Şiirleri ve acımasız yergileri ile tanıdığımız Cihat Duman bu kez psikoloji ilminden emanet aldığı übertragung tekniği ile “aktarım roman” diyebileceğimiz türün ilk örneğini sunuyor okura. Başından itibaren, roman türünde sırıttığını düşündüğü ve aşağıladığı teknikleri, yazdığı şeyin anı olduğu kandırmacasına dayanıp yüzsüzce kullanarak sahiciliği yakalamış anlatıcı ses. Kitapta iki yıl öncesi, son dört ay ve kitabın karantina sürecinde yazma anı birlikte bulunduğu için zaman bir gerçeklik imkânı olarak değerlendirilmiş. Kitabın bir haftada yazıldığı da sık sık belirtilerek aynı zamanda bazı kısımların günlük gibi okunabilmesi sağlanmış. Kitabın kendisinin de bir roman meselesi yapılması romanı diğer üst kurmacalardan ayıran bir özellik. Nihayetinde kitap yazmakla, mesleğiyle, aşkıyla, bedeniyle, geçmişiyle, takıntılarıyla meselesi olan karakterin çözümsüz bir haftası okura verilerek okurun katharsis yaşamayıp bilakis kirlenmesi ve huzurunu yitirmesi murat ediliyor. Cihat Duman bu kitapta çağın hasta insanı ile yüzleşmiş. Bu anlamda gerçek bir karantina romanı ortaya çıkıyor. "Bizim münasebetimizin niteliği tam olarak neydi? Başrolde Beyoğlu’nun olduğu bir filmde, biz sadece figüran mıydık yoksa? Serseriliğimiz bizi birbirimize meze mi yapmıştı? Ne olursak olalım, bana haksızlık ediliyordu. Ne olursa olsun, bu zamana dek haftada bir türlü amaçlarla gittiğim semte, artık her gün, sadece bir kadını görmek için gitmek kendime duyduğum saygıyı zedeliyordu."
Cihat Bey ailecek beğenerek okuduk. Burayı okuduğunuzu biliyorum. Elinize sağlık. Ama ciddi manada sağlık diliyorum elinize, belinize, dilinize, beyninize. Siz bu ülkenin önemli bir değerisiniz. Nihat Doğan Türk musikisi için neyse, siz de çoktan Türk edebiyatı için o oldunuz bile. Artık aşılmaz denilen engellere geldi sıra. Umuyor ve inanıyorum ki bir sonraki romanınızla da Türk şiirinde Hakan Arslanbenzer neyse, romancılıkta o olacaksınız.
Bu muhteşem kitabın tanıtım yazısının dik-i elfaz kaldığını düşünüyorum. Sade bir okur olarak bu olağanüstü kitabın arka kapağı için yeni bir özet yazmak istedim: bir yazar var, gençliğinde sivri eleştirileriyle biliniyor.Sonra bir gün bir kitap yayınlıyor ve kitap ölü doğuyor, kimsenin dikkatini çekmiyor. Yazar, eleştirdiği şeylere dönüşmeye başlıyor. Sessizlik sürdükçe, tereddüt sıçanı içindeki etleri kemiriyor, ve yazar bir kaçma yöntemi olarak eleştirdiği şeylere dönüşmenin kuvvetini arttırıyor. Bir gün torpille ayarladığı Uray dergisindeki mülakatta, son kitabının fukaralığını zekasıyla telafi edebilmek için çeşitli numaralara, bildiklerini göstermek için pazarcı gibi bağırmalara giriştiği esnada, o kadar minnacık kalıyor ki, roman tarihinin en unutulmaz anlarından biri gerçekleşiyor. Röportajı yapan arkadaşına “şiir bende hemoroid organıydı yaktırdım, ama tekrar çıkacak, üzülme” diyor. Sonra yazarımız ölüyor. Elinizdeki kitap, bu uzun ölümü anlatıyor.
Yayınevi sahibi tanıdıkları sayesinde kitap bastıran, bağlantılarını kullanarak televizyon programlarında kitabından ve adından söz edilmesi için ricacı olan, kendi kitabı hakkında yazdığı yorumları arkadaşlarına el altından vererek, sanki yorumu onlar yazmış gibi gösteren, kuş sitesinde ” hadi bakalım, kitabımda en sevdiğiniz cümleyi paylaşın pıtırcıklar“ diyerek gripin kutusuna girecek kadar küçülen ve tüm bu çırpınışlara rağmen yine de kitabı 200’den (o da en iyi ihtimalle) fazla satmayan yazarların olduğu türk edebiyat dünyasında bu kitap, bu yazar, adeta yaz güneşi gibi parlıyor. Gelecek açısından umut verici bir kırılmaya neden olacak düzeyde iyi kurgulanmış bir kitap. Ayrıca “ übertragung “ yani “ tırşık û bırınc “ tekniğiyle yazılmış olması da heyecan verici.
kavuşabilse bile mutlu bir ilişki vadetmeyecek bir adamın aşk hikayesi olarak özetlenebilir belki ama kitapta bundan fazlası var. Yazar, “anlatıcı”yı aradan çıkardığını her fırsatta söylüyor. Ben aktarıcıyım diyor resmen, elçiye zeval olmaz. Enteresan bir hikayeydi. İronik bir anlatım ya da aktarım. Fakat en çok değindiği noktalar açısından sevdim romanı. Mesela sanal dünyanın üzerimizdeki hâkimiyeti, her fırsatta tökezleyen adalet sistemi, günümüz sabun köpüğü ilişkileri gibi konuları irdeliyor. Eh, daha ne yapsın?
Bir satırdan diğerine geçerken kahroldum mu? Hayır. Aktarıcı, milyon dolarlık gözlerin sahibiyle ne olacağının merakını hep diri tutuyor.
Adının hakkını bu denli verebilen bir kitabı okumak, tecrübelerim arasında bir ilk olarak yerini aldı. Hakikaten de 10. sayfadan itibaren verdiğiniz paraya kahrolmaya başlıyorsunuz. Yeraltından Notlar dururken böyle bir kitap yazmaya teşebbüs etmek, galiba insanın kendisine gülünmesini, kendi kendini reziletmeyi arzulamasını istemekle eş değer bir ruhsal maraziliğe işaret ediyor. Tıpkı ” π ” gibi bir sayı olsaydı KAHROLMAK = 26.81 olurdu.
Kitap Yorumları - (5 Yorum)
Cihat Bey ailecek beğenerek okuduk. Burayı okuduğunuzu biliyorum. Elinize sağlık. Ama ciddi manada sağlık diliyorum elinize, belinize, dilinize, beyninize. Siz bu ülkenin önemli bir değerisiniz. Nihat Doğan Türk musikisi için neyse, siz de çoktan Türk edebiyatı için o oldunuz bile. Artık aşılmaz denilen engellere geldi sıra. Umuyor ve inanıyorum ki bir sonraki romanınızla da Türk şiirinde Hakan Arslanbenzer neyse, romancılıkta o olacaksınız.
Bu muhteşem kitabın tanıtım yazısının dik-i elfaz kaldığını düşünüyorum. Sade bir okur olarak bu olağanüstü kitabın arka kapağı için yeni bir özet yazmak istedim: bir yazar var, gençliğinde sivri eleştirileriyle biliniyor.Sonra bir gün bir kitap yayınlıyor ve kitap ölü doğuyor, kimsenin dikkatini çekmiyor. Yazar, eleştirdiği şeylere dönüşmeye başlıyor. Sessizlik sürdükçe, tereddüt sıçanı içindeki etleri kemiriyor, ve yazar bir kaçma yöntemi olarak eleştirdiği şeylere dönüşmenin kuvvetini arttırıyor. Bir gün torpille ayarladığı Uray dergisindeki mülakatta, son kitabının fukaralığını zekasıyla telafi edebilmek için çeşitli numaralara, bildiklerini göstermek için pazarcı gibi bağırmalara giriştiği esnada, o kadar minnacık kalıyor ki, roman tarihinin en unutulmaz anlarından biri gerçekleşiyor. Röportajı yapan arkadaşına “şiir bende hemoroid organıydı yaktırdım, ama tekrar çıkacak, üzülme” diyor. Sonra yazarımız ölüyor. Elinizdeki kitap, bu uzun ölümü anlatıyor.
Yayınevi sahibi tanıdıkları sayesinde kitap bastıran, bağlantılarını kullanarak televizyon programlarında kitabından ve adından söz edilmesi için ricacı olan, kendi kitabı hakkında yazdığı yorumları arkadaşlarına el altından vererek, sanki yorumu onlar yazmış gibi gösteren, kuş sitesinde ” hadi bakalım, kitabımda en sevdiğiniz cümleyi paylaşın pıtırcıklar“ diyerek gripin kutusuna girecek kadar küçülen ve tüm bu çırpınışlara rağmen yine de kitabı 200’den (o da en iyi ihtimalle) fazla satmayan yazarların olduğu türk edebiyat dünyasında bu kitap, bu yazar, adeta yaz güneşi gibi parlıyor. Gelecek açısından umut verici bir kırılmaya neden olacak düzeyde iyi kurgulanmış bir kitap. Ayrıca “ übertragung “ yani “ tırşık û bırınc “ tekniğiyle yazılmış olması da heyecan verici.
kavuşabilse bile mutlu bir ilişki vadetmeyecek bir adamın aşk hikayesi olarak özetlenebilir belki ama kitapta bundan fazlası var. Yazar, “anlatıcı”yı aradan çıkardığını her fırsatta söylüyor. Ben aktarıcıyım diyor resmen, elçiye zeval olmaz. Enteresan bir hikayeydi. İronik bir anlatım ya da aktarım. Fakat en çok değindiği noktalar açısından sevdim romanı. Mesela sanal dünyanın üzerimizdeki hâkimiyeti, her fırsatta tökezleyen adalet sistemi, günümüz sabun köpüğü ilişkileri gibi konuları irdeliyor. Eh, daha ne yapsın?
Bir satırdan diğerine geçerken kahroldum mu? Hayır. Aktarıcı, milyon dolarlık gözlerin sahibiyle ne olacağının merakını hep diri tutuyor.
Adının hakkını bu denli verebilen bir kitabı okumak, tecrübelerim arasında bir ilk olarak yerini aldı. Hakikaten de 10. sayfadan itibaren verdiğiniz paraya kahrolmaya başlıyorsunuz. Yeraltından Notlar dururken böyle bir kitap yazmaya teşebbüs etmek, galiba insanın kendisine gülünmesini, kendi kendini reziletmeyi arzulamasını istemekle eş değer bir ruhsal maraziliğe işaret ediyor. Tıpkı ” π ” gibi bir sayı olsaydı KAHROLMAK = 26.81 olurdu.