Telif Bildirimi ve Kitap Kaldırma İstekleri İçin
Yabancı

Kategori: Edebiyat Yazar: Albert Camus Yayınevi: Can Yayınları

Yabancı

  • çevirmen: Ayça Sezen
  • Kapak: Utku Lomlu
  • Yayın Tarihi: 14.10.2019
  • ISBN: 9789750741272
  • Dil: TÜRKÇE
  • Sayfa Sayısı: 111
  • Cilt Tipi: Karton Kapak
  • Kağıt Cinsi: Kitap Kağıdı
  • Boyut: 12.5 x 19.5 cm
Tanıtım Bülteni
Albert Camus'nün ( 1913-1960) en tanınmış, en çok yabancı dile çevrilmiş, en çok incelenmiş ve hala en çok satan kitaplar arasında yer alan Yabancı, aynı zamanda yazarın en gizemli yapıtı. Ölümün egemen olduğu bir varlıkın en anlamsız olgularını saçma bir düzensizlik içinde yaşayan bu romanın başkişisi Meursault, bir simge kahraman değildir, adı olmayan bir Yabancıdır; bu eksik kimlik, gerçeklikten algıladığı şeyi yapılandıramayan, yeniden örgütleyemeyen, ama gerçekliğin yankılarını yakalamaya çalışan bir boş bilincin imgesidir. Onun kayıtsızlığı ve edilgenliği, işte bu boş bilincin ürünüdür. Yabancı, büyüleyici gücünü, içinde barındırdığı trajedi duygusuna borçlu: Bir türlü ele geçirilemeyen anlamın sürekli aranması, bilinç ile toplumsal dünya arasındaki çatışma... Camus'yle buluşanların hiçbiri, onunla karşılaşınca hayal kırıklığına uğramamıştır. Mutluluk, bir yerde ve her yerde hiçbir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir, der Camus. Giderek daha çok sevilen bir yazar olması, onun bu sevgisinin yansımasından başka bir şey değildir.
Kitap Adı Format Boyut Bağlantı
Yabancı PDF 4.61 MB İndir
Yabancı EPUB 5.15 MB İndir
Yabancı MOBI 4.06 MB İndir
Yabancı ODF 4.34 MB İndir
Yabancı DJVU 5.42 MB İndir
Yabancı RAR 3.52 MB İndir
Yabancı ZIP 3.25 MB İndir

Sponsorlu Kitaplar

Satıcı Kitap Adı Bağlantı
BKM Kitap Sessizlik Artık Sensizlik Satın Al
Kitapyurdu Yüreğin Yorgunluk Görmesin Satın Al

Benzer Kitaplar




Kitap Yorumları - (5 Yorum)


Camus’nün baktığı pencereden toplumsal olan her şeyde kısıtlanmış bir özgürlük bulunmaktadır. Onun, özgürlük için düşündüğü tanımın içinde bireyin tüm boyunduruklardan kurtulmuş olması vardır. Bu boyunduruk idareciler, aile bağları, toplumsal kabuller ve inancı kapsamaktadır. Bunların bir arada olduğu bir yapıda kişinin özgür olması mümkün değildir. Kişinin eylemlerini etkileyen, etkileyebilecek her yargı, kural, ceza ve yaptırım insan özgürlüğü karşısında bir tehdittir. Bunlardan kurtulmadığımız müddetçe insan özgürleşemez ve bu da onun beklentiler doğuran toplum yargılarına karşı kayıtsızlaşmasını sağlar. Kayıtsızlaşma ise yabancılaşmayı doğurur. Ancak, ‘yabancılaşmak’ tanımı ile ‘yabancı’ tanımının birbirinden ayrı şeyler olduğu unutulmamalıdır. Özetleyerek tanımlar arasındaki farklılıklara değinecek olursak, “yabancı olmak” tanımadığımız kişi ve varlıklara karşı kullanılırken, “yabancılaşmak” tanıdığımız, bildiğimiz kişi ve varlıkları artık tanıyamaz duruma gelmek anlamında kullanılmaktadır.
Yabancı adlı romanda ise, Meursault karakterinin aile kavramından uzak olduğuna şahit oluyoruz. İlişkilerinde de bu yabancılığın yansımalarını görebiliyoruz. Sosyal çevrenin yakınlık kurduğu özel bağların, Meursault için anlamsız ve saçma oluşu onu toplumun dışına itmekte ve genel geçer kurallara karşı kayıtsız bırakmaktadır. Tüm bunlar öğretilmiş, sonradan geliştirilmiş kurallar olduğundan, bunların kişinin özgürlüğü üzerinde bir etkisinin olmadığı kanaatiyle toplumun yüklediği “başarı”, “aşk”, mutluluk, dostluk, komşuluk, özgürlük gibi kavramların tanımına zıt bir yaklaşım sergilemektedir. Meursault, toplumun önyargılarının ötesinde duran, başarılı olmak için gereken hırs ve istekten uzak kalan, evlilik, aile olmak gibi kişisel bağların dışında duran toplumsal aidiyetlere yabancı bir karakterdir. Bu karakter ise onun yabancısı olduğu toplum tarafından yargılanmasına ve cezalandırılmasına sebep olacaktır. Meursault için hapse girmek ve girmemekte bir ceza değildir. Önemli olan eylem ve düşünce özgürlüğüdür. Sevdiği kişi ile bir araya gelememek ve dilediği zaman sigara içemiyor olmak cezadır. Bunun dışında hukuk sistemi de, inanç sistemi de baskıcı ve zorlayıcıdır. Bu da insanların kendi değerini oluşturması önünde bir engeldir, çünkü bu görüşe göre insan ancak bireysel olarak varlığını koruyabilir. Varlık eşitlik ve toplum gibi kavramlarla ancak sınırlanabilir, özgür olamaz. Kişilerin görevlerini ve sorumluluklarını bir dayatma ve zorunluluk ile değil, içinden gelerek yapması gerektiğini vurgulamaktadır.
Romanın kasvetli, sıkıntı veren diyaloglarında, düşündüren toplum ve sistem eleştirisi var. Bu görüşlere katılmadığım ve insanın anlam arayışını yanlış yönlendirdiğini düşündüğüm bu felsefe, benim çok tercih ettiğim bir tarz değil. Ancak ilgilisi için okunması gereken bir klasik olduğu da muhakkaktır.


1942’de yayımlanan “Yabancı”, yazarın edebiyat dünyasına asıl girişini sağlayan yapıtlardan biridir. Albert Camus, “Yabancı” sayesinde insanın dış dünyadan kopuşunu bizlere aktarıyor.
Romanın baş kahramanı Meursault’un topluma, kendine, her şeye yabancılaşmasını okuyoruz. Kitap, annesi Bayan Meursault’un ölümü ve cenaze işlemleri ile başlıyor. Özellikle, annesinin ölümüyle ilgili olan bölümlerdeki Meursault’un kayıtsızlığını oldukça hissedebiliyoruz. Annesinin cenazesine gitmeye zorlanması, gözyaşı dökmemesi, gömüldükten sonra mezarının başında hiç durmaması ve eve dönme isteği gibi şeylerin ileride toplum tarafından yargılanmasına yol açtığını görüyoruz.
İlk bölümde kitap, çok ilgi çekici gelmese de; ikinci bölümde kendini okura açıyor. Meursault’un ölüme giden yoldaki düşüncelerine tanık oluyoruz. Okurların da dikkatini çekeceğini umduğum bir bölümü paylaşmak istiyorum:
“Eh, ne yapalım, o halde öleceğim. Başkalarından daha erken ölecektim, orası aşikârdır. Ama herkesin bildiği gibi, hayat yaşamaya değmez. Aslında, doğal olarak başka kadınlar ve başka erkekler yaşamaya devam edeceklerine, üstelik bu binlerce yıl böyle sürüp gideceğine göre, ha otuz yaşında ölmüşsün ha yetmiş; bir önemi olmadığını biliyorum. Uzun lafın kısası; bu, gün gibi ortada. Ha bugün olmuş ha yirmi yıl sonra, neticede ölen yine ben olacaktım. Bu noktada, akıl yürütmemde beni biraz huzursuz eden, yirmi yıl daha yaşama fikrinin kalbimi dehşetli bir hop ettirmesiydi. Ama bu hissi bastırmak için tek yapabildiğim, yirmi yıl sonra yine o gün gelip çattığında, düşüncelerimin ne olacağını hayal etmekti. Nihayetinde madem ölüyoruz, nasıl ve ne zaman olduğunun ne önemi var, orası aşikâr.” (s.102)
Meursault, ikinci bölümde yani suçlandığı yerlerde olaylara müdahale etmiyor. Bazen etmek istese de yanlış anlaşılacağını biliyor ve susuyor. O yüzden mahkemede suçundan çok kayıtsızlığı yargılanıyor. Özellikle toplumun beklediği yorumları ve savunmayı yapmaması kötü sonuçlara yol açıyor.
“Kaderim benim fikrim alınmadan yazılıyordu. Bazen içimden herkesin sözünü kesip, ‘Bir dakika, burada sanık kim? Sanık olmak önemli bir şey. Benim de söyleyeceklerim var!’ demek geliyordu. Ama şöyle bir düşününce, söyleyecek bir şeyim yoktu aslında. Kaldı ki kimsenin insanları meşgul etmekten uzun süreli bir çıkar elde edemeyeceğini kabul etmem gerek.” (s. 90)
Kitapta ilgimi çeken şeylerden biri de kişi yargılanırken hukukun işleyişini de görebilmemiz. Hakimlerin, savcıların, avukatların ve halkın tutumunu sanki biz de oradaymışız gibi takip edebiliyoruz.
Son olarak “Yabancı”, sade bir dille yazılmış olsa da bazı yerlerde durup insanı düşünmeye sevk ediyor.
Herkese iyi okumalar.


Kitap hakkında naçizane fikirlerime geçmeden önce; eserin “1957 Nobel Ödülü”ne layık görüldüğünü hatırlatmak isterim. Bence bu çok önemli bir kıstas değil ancak bazı arkadaşlar Türkçeye kazandırılmış olan “Nobel Ödülü” sahibi kitapları okuma gayreti içerisinde olabilir. Yazar, yani Albert Camus, hakkında ise çok fazla bir şey söylemeye gerek duymuyorum, kendisi hemen herkes tarafından tanınan, mühim bir yazardır.
Esere geçecek olursam; ilk sayfalarda sıkıldığımı, hatta “bu eser nasıl olmuşta Nobel ödüllerine layık görülmüş” gibi bazı sorular sorduğumu itiraf etmeliyim. Çünkü eser gerçekten de son derece sıradan bir şekilde başlamış ve öyle devam ediyor gibi görünüyordu. Ancak kitabın yarısını biraz geçtikten sonra eserin muhtevasının değiştiği söyleyebilirim. Kitap, bir insanın (bilhassa kendi hayatına) ne kadar yabancılaştığını, korkunç bir kayıtsızlığı(1) ve -bence- hukuk sistemine karşı ciddi bir eleştiri ile özgürlüğün ihtişamını(2) içerisinde barındırıyor.
(1) “Az sonra patron beni çağırdı… Paris’te bir iş olduğunu ve ilgilenip ilgilenmediğimi öğrenmek istemiş. ‘Yaşınız genç, bu yaşam tarzı hoşunuza gider gibi geldi bana’ Buna karşılık ‘evet’ diye karşılık verdim ama aslında benim için fark etmediğini de söyledim. Hayatınızda bir değişiklik yapmak hoşunuza gitmez mi, diye sordu. Ben de insanın hayatını hiç değiştirmediğini, her hayatın az çok aynı olduğunu… söyledim… Hep kaçamak cevap verdiğimi, hiç hırslı olmadığımı, bunun da iş hayatında felaket olduğunu söyledi.”
(2) “Sonrasında tek hatırladığım, avukatım konuşmaya devam ederken bir dondurmacının sokaktan, bütün adliye odalarını, mahkeme salonlarını aşarak bana kadar gelen borazanının sesi. Artık bana ait olmayan, ama hazların en küçüğünden en süreklisine hepsini içine alan bir hayatın anıları üzerime sökün etti…”
Eserin sonunda ortaya çıkan belirsizlik ve kitabın sanki “henüz bitmemesi gerekiyormuş” gibi hissettirmesine hazırlıklı olmalısınız. Şahsen okuduğuma –kesinlikle- pişman değilim ancak bu kitabı, popüler olan, diğer kitaplar ile karıştırmamak lazım. Sürükleyici ve soluk soluğa okunacak bir macera sunmadığını belirtmeliyim. Çeviri son derece anlaşılır ve akıcıydı. Can Yayınları’na ve kitapyurdu’na böyle bir kitabı bize ulaştırdıkları için teşekkür etmeliyim.
Herkese bol kitaplı ve sağlıklı günler dilerim. 🙂


“Mutluluk, bir yerde ve her yerde hiçbir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir, der Camus.”


Okurken kendimde de birkaç şey buldum.Bazı yerler kanımı dondursa da bu nasıl olur diye düşünsem de beğendiğim bir kitap oldu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

*

*