1980’lerin sonunda sosyalist ülkelerde yaşanan çözülme, Marksizm-Leninizmin de iflas ettiği anlamına mı geliyor? Batı Almanyalı Marksist ve dünyaca ünlü felsefeci Hans Heinz Holz, Sovyetler Birliği’nin yıkılışının hemen ardından kaleme aldığı bu çalışmada, aksini savunuyor. Ona göre, sosyalizmin yenilgisi, farklı (hem nesnel hem de öznel) nedenlerle Marksizm-Leninizmin özünden uzaklaşılmasının bir sonucuydu. Marksist-Leninist teorinin temel ilkelerini özetleme girişiminde bulunan Holz, bu ilkelerden uzaklaşılmasının nedenlerini ve sonuçlarını tartışıyor. İlk sosyalist toplumların başarısızlığını, eleştirel bir bakış açısıyla değerlendiriyor. Bu arada, her şeyi “Stalinizm”le açıklama girişimlerinin yetersizliğini de göstermeye çalışıyor. Diğer yandan, Türkçe basıma eklediği makalede, Sovyetler Birliği’ndeki “revizyonist dönüm noktası” üzerinde duruyor. Holz şu sonuca varıyor: Yaşadığımız çağın sorunlarının suçlusu olan kapitalizm, bu sorunlar karşısında çaresiz. Kapitalizmin devamı demek, yerkürenin ve insanlığın karşı karşı olduğu sorunların ve tehlikelerin derinleşerek sürmesi demek. İnsanlar, bu gerçeği gördükçe yüzlerini yeniden sosyalizme döneceklerdir.
Holz, kapitalizmin zayıflıkları ve çelişkilerini irdelerken, sanayinin kendi
ihtiyaçlarını, tüketicilere, sanki bu ihtiyaçlar onların ihtiyaçlarıymış gibi
aşıladığı saptamasını yapıyor ve ekliyor: “İnsan, tüketici olarak ihtiyaçlarını
özgürce karşıladığını düşünürken, artık değer – yatırım – üretim – dolaşım – yeni
artık değer şemasına uygun bir şekilde, üretim sürecinde başkaları tarafından
yönetilen bir aktarım kayışına dönüşür. İnsanların ihtiyaçları, yani sözde en
özel ve içsel kişilik özellikleri, sermayenin birikim sürecinin mekanizmaları
tarafından dayatılır. Kapitalizmde bireyin görüntüdeki özgürlüğü, gerçekte
sermaye yasalarının birey üzerindeki egemenliğidir”
Kitap Yorumları - (1 Yorum)
Holz, kapitalizmin zayıflıkları ve çelişkilerini irdelerken, sanayinin kendi
ihtiyaçlarını, tüketicilere, sanki bu ihtiyaçlar onların ihtiyaçlarıymış gibi
aşıladığı saptamasını yapıyor ve ekliyor: “İnsan, tüketici olarak ihtiyaçlarını
özgürce karşıladığını düşünürken, artık değer – yatırım – üretim – dolaşım – yeni
artık değer şemasına uygun bir şekilde, üretim sürecinde başkaları tarafından
yönetilen bir aktarım kayışına dönüşür. İnsanların ihtiyaçları, yani sözde en
özel ve içsel kişilik özellikleri, sermayenin birikim sürecinin mekanizmaları
tarafından dayatılır. Kapitalizmde bireyin görüntüdeki özgürlüğü, gerçekte
sermaye yasalarının birey üzerindeki egemenliğidir”