Telif Bildirimi ve Kitap Kaldırma İstekleri İçin
Çalı Harmanı

Kategori: Edebiyat Yazar: Akın Üner Yayınevi: Yakın Plan Yayınları

Çalı Harmanı

Tanıtım Bülteni
Ocak 1923’te imzalanan Nüfus Mübadelesi Sözleşmesi, yaklaşık iki milyon eski Osmanlı vatandaşına çok büyük bir dram yaşatmıştır. Rumeli coğrafyasına ait Müslümanları ve Anadolu coğrafyasına ait Ortodoksları yerlerinden, yurtlarından eden bu korkunç olayın edebiyatta yeterince işlendiğini söylemek mümkün değildir.Birkaç iyi örneği saymazsak bu konuda hem Türkiye’de hem de Yunanistan’da yazılan kitapların genellikle aşırı milliyetçi gözlüklerle kaleme alındığını ve olayın insani boyutunu ihmal ettiğini görüyoruz.Yerel şivelerin ustalıkla kullanıldığı romanda, Sülman Aga’nın, Kısır Fatme’nin, Papaz Andreas’ın, Halil Hafız’ın hüzün dolu hikayelerini okuyacak; Kavala’da, İzmir’de, Samsun’da, Selanik’te yaşanan drama okur gözüyle şahit olacaksınız.
Kitap Adı Format Boyut Bağlantı
Çalı Harmanı PDF 6.23 MB İndir
Çalı Harmanı EPUB 6.96 MB İndir
Çalı Harmanı MOBI 5.49 MB İndir
Çalı Harmanı ODF 5.86 MB İndir
Çalı Harmanı DJVU 7.32 MB İndir
Çalı Harmanı RAR 4.76 MB İndir
Çalı Harmanı ZIP 4.39 MB İndir

Sponsorlu Kitaplar

Satıcı Kitap Adı Bağlantı
BKM Kitap Sessizlik Artık Sensizlik Satın Al
Kitapyurdu Yüreğin Yorgunluk Görmesin Satın Al

Benzer Kitaplar




Kitap Yorumları - (5 Yorum)


Ne bitmez çilesi var şu insanoğlunun, okumadım ama kapak bile içindeki çileyi anlatmaya yetiyor.


Bir dönem yaşananlar ilgili bir roman fakat fazla uzun olmuş.


Nüfus mübadelesini daha yakın mercekten anlatmış yazar,Mübadele hakkında edebi nitelikte yaşananları bir roman gibi okuyacaksınız yazılanların gerçek olması bir o kadarda etkin okunmalı.


Nüfus mübadesiyle ilgili okunabilecek kitaplardan biri yazarın üslubu da ağır değil tavsiye ederim fiyatıda uygun


Türk-Yunan nüfus mübadelesi 30 Ocak 1923’te yürürlüğe konan ve sonrasında Lozan Antlaşmasıyla pekiştirilen bir hadise. Dünya tarihinin en büyük anlaşmalı nüfus hareketi aslında. Çünkü bu mübadele ile birlikte yaklaşık 1.200.000 Anadolulu Ortodoks Yunanistan’a, 500.000 kadar Müslüman ise Türkiye’ye göç ettiriliyor. Bu göç beraberinde pek çok hikâyeyi, acıyı, trajediyi de getiriyor. Her şey bir tarafa, insanlar “vatan” bildikleri yerlerden bir daha dönmemecesine ayrılmak zorunda kalıyorlar. Öyle ki bilhassa Türklerin çoğunun sınır olarak kabul edilen ve doğu tarafı mübadeleye dahil edilmeyen Karasu Irmağının öte yakasında aile fertlerinden kalanlar da oluyor. O insanlar ömürlerinin sonuna kadar bir daha hiç görüşemedikleri gibi ayrı devletlerin vatandaşları olarak kalıyorlar. İşte bu trajediyi yaşayanların torunlarından birisi de Samsun’da yaşayan bir elektronik mühendisi olan Akın Üner. Samsun Mübadele Derneği’nin kurucuları arasında da yer alan Üner, Sarışaban – Samsun hattındaki Türk –Rum değişiminin romanını yazdı. İlginçtir, kitabın ilk baskısını yayınlatacak ulusal bir yayınevi bulamadı Üner. Bu yüzden kendi imkânlarıyla, yerel bir matbaada bastırdı eserini. Ancak eser o kadar büyük bir ilgi gördü ki, yakın süreçte yapılması muhtemel ikinci baskı için bazı yayınevleri sırada bekliyor. Hatta romanın TV Dizisi olma ihtimali de hayli yüksek, çünkü ön sözleşme imzalanmış. Romana dönersek eğer; öncelikle kitabı çok sevdiğimi söylemeliyim. Açık söylemek gerekirse, eserin edebi yönünün bu kadar iyi olacağını tahmin etmemiştim. Anladığım kadarıyla da, iyi bir kitap okuru yazarımız; edebiyata meyyal bir yapısının olduğu çok açık. Hoş, eserin edebi tarafı zayıf olsaydı dahi böyle bir çaba içine girilmesi dahi başlı başına alkışı hak eden bir davranıştı zaten benim nezdimde. Tarz ve tahkiye bakımından bu kitabı Cengiz Dağcı’nın “Onlar Da İnsandı” romanına benzettim. Malumunuz, Dağcı, bir Kırım Tatarıdır ve II. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasındaki göçleri, sürgünleri epeyce işler diğer eserlerinde de; kendisi de 1945’te ayrıldığı Kırım’a bir daha dönememiş ve İngiltere’ye yerleşip vatan hasreti çekmiş bir insandır. Tabii ki göç, vatan, toprak, hasret gibi unsurların işleniyor olması iki eseri benzeştirmiştir. Romanı bu kadar sevmemde en etkili faktör elbette ki Samsun’u a anlatması oldu. Neticede ben de bir Samsunluyum. Bir de sadece Saathane, Mecidiye, İskele, Büyük Cami gibi merkezi yerler değil Kerimbey, Çırakman, Ökse, Tekkeköyü, Asarağaç gibi iyi bildiğim köyler de olunca işin içinde daha bir ilgi uyandırdı haliyle. Bugün mübadillerin meskun olduğu o yerlerin ahalisinin neredeyse tamamı Rumlardan oluyormuş. Mesela sadece Selanik-İzmir mübadilleri anlatılsa idi bu kadar çok ilgimi çeker miydi? Sanmıyorum!Romanda bir esas kahraman olmaması hem bir avantaj hem de bir eksiklik olarak değerlendirilebilir belki. Bir de Rum çeteci Hristo’nun dönüşümü iyi verilmiş ancak sanki ona muadil bir Türk kahraman konulmamış gibi geldi bana. Bu anlamda Debreli Hasan, Gara Kedi ya da Kıyıcı’nın çok az değinilen ve finaldeki sürpriz olan kardeşi biraz daha ön plana çıkarılabilir miydi bilmiyorum? Nayim çok makul bir örnek değil çünkü. Yazar gerçekten bunu mu amaçladı bilmiyorum ama bir okuru olarak ben şu mesajları aldım kitaptan; Sabetaycıların hiçbir zaman makbul kişiler olmadığı ve Selanik-İzmir hattındaki mübadillerin torpilli ve ekseriyetle ikiyüzlü oldukları… Samsun’da kalan ticaret erbabı Rum dönmelerinin de yine samimi olmadıkları… Mübadillerin “savaşın galibi olduğumuz için” topraklarında kalan taraf olması gerektiği ve bu nedenle yeni Türk devletinin ve Mustafa Kemal’in doğru bir uygulama yap(a)madıkları… Ağuş Ağa gibi bazı isimlerin Türkiye’ye geldikten sonra da bir bakıma ağalıklarını devam ettirdikleri. ( Samsun’da da bazı ünlü aileler var sanırım bu şekilde. ) Romandaki Çarşambalı ve Çerkes vurgusu yörenin özelliklerini aksettirmesi bakımından güzel olmuş. Sarışaban yöresindeki Hafız Halil tiplemesi “doğru din adamı” örneği olması açısından gayet iyi idi. Samsunluluk kavramı çok iyi verilmiş. Neticede adamlar Rum ama Samsunlular; tıpkı bizimkilerin de bugün için Türk ama Sarışabanlı olmaları gibi. Çünkü çocuklukları orada, hayaller, korkuları, ölüleri, hatıraları hep oralara dair… Eserde açık uçlu kalan bazı konular da olmuyor değil. Mesela, Haluk Kaptan tek kelime Rumca bilmemesine rağmen nasıl maaşa bağlandı? Acaba onu da din kavramından dolayı Ortodoks Türk mü saydılar? Bir de Hristo, Giresunlu Hüseyin’im dedi ama mesela en basiti, Karadeniz’i avucunun içi gibi bilen Haluk Kaptan’ın ona Giresun’la ilgili birkaç soru sorması lazım gelmez miydi? Bir de Allah aşkına, şu Vasil’le karısını kim öldürdü? Naim yapmaz öyle bir şey de kim öyleyse? Çalı Harmanı hakkaniyetli bir roman. Nalıncı keseri gibi işlememiş, meseleye insani cepheden bakış ve sadece bizim değil Rumların acılarını da anlatmaya çalışmış. Öyle ki kitap bittiğinde memleketlerinden ayrı kalan herkes için yüreği yanıyor okurun. Bazı imla ve dil bilgisi yanlışları da olmuş kitapta –ki 380 sayfalık bir eserde bu gibi gözden kaçmaların olması gayet tabiidir çünkü yazarımız kendisini de ifade ettiği gibi profesyonel bir yazar değil, sadece içindeki duyguları dışa vurmak amacı taşıyan bir mübadil evladıdır. Hülasa, başta da dediğim gibi, ben sevdim bu romanı; takdire şayan buldum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

*

*