Telif Bildirimi ve Kitap Kaldırma İstekleri İçin
6.27 Treni

Kategori: Edebiyat Yazar: Jean-Paul Didierlaurent Yayınevi: Can Yayınları

6.27 Treni

Tanıtım Bülteni
36 yaşındaki Guylain Vignolles kâğıt geri dönüşüm fabrikasındaki işinden nefret eden yalnız ve mutsuz bir adamdır. Hayatı, sıkça sohbet ettiği küçük kırmızı balığıyla birlikte yaşadığı ev ve çalıştığı fabrika arasında geçer. Görevi, kitapları paramparça eden korkunç makine Zerstor 500’ü kullanmaktır. Çalıştığı işletmede iki dostu vardır, biri ürkünç makinenin ayaklarını yediği Guiseppe, diğeri ise sadece aleksandrin hece vezniyle kurduğu cümlelerle konuşan bekçi Yvon Grimbert. Kitapları yok etmekten duyduğu vicdan azabından kurtulmanın yolunu, her gün bindiği banliyö treninde, Şey’den söküp aldığı birbirinden bağımsız kitap sayfalarını yüksek sesle okumakta bulan Guylain, tekdüze hayatının akışının vagonda bulduğu o akıllı bellekle birlikte değişeceği umuduna kapılır. Minik aletin içindeki metinlerin yazarının peşine düşen bu umutsuz, şehirli adamın küçük hayatı büyük bir dönemecin eşiğindedir artık.Edebiyat alanındaki ilk başarılarını, yazdığı öykülerle, kazandığı prestijli ödüllerle yaşayan Fransız yazar Didierlaurent, bu ilk romanıyla, başta ülkesinde olmak üzere dünya çapında adından sıkça söz ettirdi. Yayımlandığı yıl bir edebiyat fenomeni olarak kabul edilen roman, kısa sürede 29 dile çevrildi. 
Kitap Adı Format Boyut Bağlantı
6.27 Treni PDF 6.23 MB İndir
6.27 Treni EPUB 6.96 MB İndir
6.27 Treni MOBI 5.49 MB İndir
6.27 Treni ODF 5.86 MB İndir
6.27 Treni DJVU 7.32 MB İndir
6.27 Treni RAR 4.76 MB İndir
6.27 Treni ZIP 4.39 MB İndir

Sponsorlu Kitaplar

Satıcı Kitap Adı Bağlantı
BKM Kitap Sessizlik Artık Sensizlik Satın Al
Kitapyurdu Yüreğin Yorgunluk Görmesin Satın Al

Benzer Kitaplar




Kitap Yorumları - (5 Yorum)


Detaylara tutunuyoruz. Anlam arayışı iş yerindeki fayans sayısı, bulamaç haline getirdiği kitapların başka kitaplara dönüşmesini sağlayan bir makineden kurtarılan birkaç sayfa, bu makineye kaptırılan bacakların sayfalara dönüştüğü kitaplar, ölümü bekleyen insanların dinleyerek teselli bulduğu birkaç hikâye, belli bir ölçüyle söylenen gündelik cümleler haline geliyor. Nevrotik hale gelmeden yaşamak mümkün değil gibi gözüküyor; aradığımızı insanlarda bulamıyoruz, meşgalelerde bulamadığımız oluyor, öyleyse sadece kendi egemenliğimizdeki detayları bulup çıkarmamız gerekiyor. 14717 fayansın ortasında çalıştığımızı bilmek, bir şeyi biliyor olmak köksüzlükten kurtarıyor bizi, dünyada yerimizin sağlamlaştığını hissediyoruz. Ne kadar sağlıklı olduğu tartışılır ama şunun korkusunun çekildiğini hem kendimden, hem de yakınımdaki insanlardan çok iyi biliyorum; kendimizi bu takıntılardan, takıntı da demeyelim de, yaşam biçimlerinden kurtarma yolunda bir şekilde sağaltırsak -psikoloğa giderek, antidepresan kullanarak vs.- aslında kendimizi, bizi biz yapan özü kaybetme tehlikesi doğar mı? İnce bir nokta; birey durumundan rahatsız, daha “iyi” olmak istiyor ama bu “iyi”nin ne olduğunu bilmiyor, bilmediği “iyi”, bildiği “kötü”den daha kötüymüş gibi hissediliyor. Belki öyledir, kim bilir?

Bu anlatı, kendine has takıntılarıyla yaşayan insanların hikâyelerini taşıyor. Makinenin korkunçluğu, patronun anlayışsızlığı, iş arkadaşlarının kabalığı ve benzeri şeyler, tüketim toplumunun sıkı bir eleştirisi olarak incelenebilir. Makineleşmiş insan olarak görülebilir ama bir farkla, bu makinenin tükettiği kitaplar başka kitapların üretilmesi için kullanılıyor. Geri dönüşüm açısından baktığımızda, aslında bu pek can yakıcı bir şey gibi gelmiyor. Doğanın ta kendisi olarak görülebilir hatta; doğanın mucizevi yaratıları milyar yıldır müthiş bir döngüde sürekli olarak ölüyor ve yeniden doğuyor. Makinenin -yarattığı yıkıma rağmen- böyle bir işlevi var, bu iyi. Kötü olan, yeniden üretilen değerin aynı şekilde tüketime sunulması ve makinenin yarattığı şeyle hiçbir bağının kalmaması. “Yabancılaşma”, belki. Makineden daha makine olan insanları düşündüğümüzde bu aletin o insanlardan daha masum olduğu söylenebilir, isyan bile ediyor ki fabrikanın eski işçilerinden Guiseppe’nin bacaklarını kapmasını, kendisini yöneten (sömüren?) insanlara karşı küçük bir elektrik kaçağı olarak göstermesi son derece akıllıca. Madem yorumluyoruz, aşırı yorumun sonuna kadar gidelim. Makinenin özgürlük mücadelesinde kendisinin durmadan çalışmasını isteyen gaddar patrona dokunamayacağı açık. Esas oğlanımız Guylain Vignolles, makineyi çalıştıran eleman olarak Guiseppe’nin bacaklarını kaybetmesini hatırlayarak temkinli bir şekilde, dikkatle çalışır ki başka bir isyan dalgasında canından olmasın. Karşılıklı bir kontrol, yerini bildirme, ket vurma durumu var burada. Birbirini kontrol eden, denetleyen iki toplumsal sınıf gibi düşünebiliriz makineyle Vignolles’ü. Makinenin zaten bir yere gideceği yoktur, garibim her gün tonlarca kitabı parçaladığı gibi kendisini üreten ve aynı şekilde hor gören yaratıcılarına boyun eğmek zorunda. Ya Vignolles? Adamımız otuz altı yaşında, yalnız yaşıyor. Annesi onun bir yayınevinde çalıştığını biliyor ama bu bir yalan, Vignolles kendi gerçekliğini yaratarak, annesine yalan söyleyerek ilk ve son kırılmasını yaşıyor. Yaşamı hakkında çok bir bilgiye sahip değiliz, adamımız birkaç bilgiden ibaret olduğu için derinlemesine bir karakter analizi yapamıyoruz. Elindeki gücü bir türlü bırakamadığını, belki de bırakmak istemediğini söyleyebiliriz; başka bir iş aramıyor, istifa etmiyor, sadece makineyi yönetiyor. Denetleme mekanizmasının bir kutbu olmaktan kurtulmuyor, kurtulmak da istemiyor belki. Özünü kaybetmek istemiyor olabilir, yukarıda anlattığım gibi. Kurguyu çok başarılı bulduğumu söyleyemeyeceğim. Anlatıyı kabaca ikiye ayırıp bakıyorum; ilk bölümde fabrika ve Vignolles’ün arkadaşları baş rollerde beliriyor. Adamımızın kendisi de tabii en az diğerleri kadar ilginç.
Bu metin iyidir, karakterlerle çabuk özdeşleşebilirsiniz ve içinden tren geçiyor, müthiş. Bir de kağıt tüketimi ve üretimi, düşünülmeye değer mevzu. Hrabal’ın da buna benzer bir metni var, bulursanız okuyun.


Beklentim daha yüksek idi. Ama yine de sıkılmadan bitirdim


Akıcı ve oldukça naif bir roman. Ancak olay örgüsü o kadar kopuk ki kitabın ortasına kadar tam olarak ne anlatmaya çalıştığını bir türlü anlayamıyorsunuz. Buna rağmen yine de sıkmıyor. Bence ileride filmi yapılabilir. Güzel bir romantik komedi film çıkar bu kitaptan.


İnsan bu konuda daha derinlikli bir şeyler çıkar mıydı diye düşünmeden edemiyor. Evet, kitap yazarın bitti dediği yerde biter ama bu kadar ayrıntıların önemli olduğu bir hikayede daha çok ayrıntı da istiyor okuyucu ister istemez. Bir öğle kahvesinin yanında aperatif bir okuma deneyimi sunuyor, her şey gibi çabuk tükeniyor.


1 günde biten, güzel bir kitap.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

*

*