Telif Bildirimi ve Kitap Kaldırma İstekleri İçin
Karanlık Dükkanlar Sokağı

Kategori: Edebiyat Yazar: Patrick Modiano Yayınevi: Can Yayınları

Karanlık Dükkanlar Sokağı

Tanıtım Bülteni
Gizemli bir kaza sonucunda hafızasını kaybeden ve geçmişini ardında bırakıp özel dedektiflik yapmaya başlayan Guy Roland, on yıl sonra geçmişiyle yüzleşmeye, gerçek kimliğini keşfetmeye karar verir. Bu arayışta karşısına bazı ipuçları, birtakım insanlar, eski fotoğraflar, kilitli kapılar, adresler ve telefon numaraları çıkar. Belleğinin karanlık dehlizlerinde el yordamıyla ilerleyen dedektif, bazı gerçeklere ulaştığını düşündüğü anda çıkmaz sokaklara sapar. Ancak arayışı asla sona ermez, anı kırıntıları bu yolda ona ışık tutan işaret fişekleridir.Yayımlandığı yıl Goncourt Ödülü kazanan Karanlık Dükkânlar Sokağı, Nobel Komitesi tarafından çağımızın Proust’u olarak gösterilen Patrick Modiano’nun yazınını kavramak için anahtar niteliğinde bir roman.  İşgal dönemi Fransa’sının etkilerinden kurtulamamış insanların bireysel ve kolektif yazgısını anlatan çarpıcı bir tanıklık.  “Modiano gerçek bir yaratıcı.” Adam Thirlwell #fransızedebiyatı #nobelödülü #geçmiş #yabancılaşma #bellek #kimlik #arayış #gizem
Kitap Adı Format Boyut Bağlantı
Karanlık Dükkanlar Sokağı PDF 6.23 MB İndir
Karanlık Dükkanlar Sokağı EPUB 6.96 MB İndir
Karanlık Dükkanlar Sokağı MOBI 5.49 MB İndir
Karanlık Dükkanlar Sokağı ODF 5.86 MB İndir
Karanlık Dükkanlar Sokağı DJVU 7.32 MB İndir
Karanlık Dükkanlar Sokağı RAR 4.76 MB İndir
Karanlık Dükkanlar Sokağı ZIP 4.39 MB İndir

Sponsorlu Kitaplar

Satıcı Kitap Adı Bağlantı
BKM Kitap Sessizlik Artık Sensizlik Satın Al
Kitapyurdu Yüreğin Yorgunluk Görmesin Satın Al

Benzer Kitaplar




Kitap Yorumları - (5 Yorum)


Karanlık Dükkanlar Sokağı, hatırlayamadığı bir nedenle hafızasını kaybeden bir adamın kim olduğunu bulmak için verdiği uğraşı ve bu dönemdeki psikolojik durumunu anlatıyor. Hafızasını kaybeden Guy on yıl boyunca bir özel dedektifin yanında çalıştıktan sonra geçmişte kim olduğunu bulmak için elde ettiği bir ipucundan yola çıkarak araştırmalara başlıyor. Adım adım ilerledikçe geçmişinden parça parça hatıralarını anımsamaya başlıyor. Kitap ana karakterin geçmişte yaşadıkları ile günümüzde araştırmalarına devam ettiği dönemler arasında geçişlerle ilerliyor.

2. Dünya Savaşı’nın bittiği dönemde doğmuş olan yazar, romanın bazı bölümlerinde savaşın insanlarda yarattığı psikolojik etkileri de okuyucuya aktarıyor.

Genel olarak sade bir dille yazılmış olan kitap bana göre, ana karakterin geçmişini hatırladığı bölümler ile günümüzde anlatılan bölümler arasındaki geçişleri tam olarak yapamadığı için yeterli akıcılığa sahip değil. Romanın sonunda sorular genel olarak cevap bulmuş olsa da bana göre cevapsız kalan bazı konular var. Bu da romanın yarıda bırakılmış, kısa kesilmiş veya devamı olması gerektiği izlenimi veriyor. Yazarı 2014 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmış olan bu kitabı edebi anlamda çok etkileyici bulmadım. Ancak Mondiano, romanlarının genel karakteristiği olan kimlik sorgulaması ve geçmişin izleri üzerinden varoluşun kanıtlarını takip ederek bu izlerin derinliklerine iner. Bu tarzı sevenler tercih edebilir.

“Sis bulutu dağılmıştı, hem yumuşak hem de buz gibi olan sisi içinize çekince ciğerlerinizi öyle bir serinlik kaplıyordu ki havada uçuyor hissine kapılıyordunuz.” (s.40)


Geçmişine dair hiçbir şey hatırlamayan, işin enteresan kısmı bir süre bu şekilde yaşamış olsa da artık bunu sürdürmek istemeyen birinin romanı bu ve “Ben bir hiçim.” cümlesiyle başlıyor.

Başlarda ne olduğunu anlamak zor; çünkü okuru da kendi belirsizlikleri uğruna peşinde sürükleyen ve kimliğini bulmaya çalışan bir kahramanımız var. Vardığı her yeni bilgide yer yer biraz daha açmaza giriyor, bir şeyleri anımsıyor gibi oluyor ve sonra yine o üç beş belirsiz parçayı belleğin güvenilir olmayan bölgelerinde yitiriyor.

Bu romanı bu kadar özel kılan biraz da insanı çabasızca sürükleyişi. Özellikle başlarda metni diyaloglar ilerletiyor. Hikâye ilerledikçe direksiyonun başına anlatıcı geçiyor, sayfaları çevirdikçe parçalar biraz daha birleşir hâle geliyor. Her daim sisli puslu ve tekinsiz havasıyla okuyana bazen; toplumsal yıkımların bireylerde kendini gösteren psikolojik tortularından başka bir şey, bir olay ya da sonuç vermeyecekmiş gibi hissettiriyor. Bu durum herkesin hoşuna gitmeyebilir; fakat dördüncü çeyreğinde okurun sabırsızlığını ve merakını giderecek detaylar görmeye başlıyoruz. Geç ama uğruna sabredilmesi gerektiğini düşündüğüm detaylar bunlar.

Yakalamakta zorlandığım tek kısım karakterlerin isimleri oldu. Akışta çözülen (ve metnin ilerleyişine katkıda bulunacak olanlar) çözülüyor zaten. Bu sebepten karakterleri yakalayamamanın çok da can sıkıcı olduğunu söyleyemeyeceğim. Elbette çok kişisel bir yorum bu. Fakat ben anlatıcıyla yazılmış olan bu romanda olay örgüsünü bir sonraki aşamaya taşıyacak kişi hep anlatıcımız ve onun çıkarımları olduğundan, geride kalan her kişi ve mekân yalnızca onun kendini bulmasına vesile olacak figüranlar ve detaylarmış gibi hissettiriyor.

Roman, bir türlü netleyemeyen bir fotoğraf makinesine benziyor. Olayı da bu sanki, uzun bir süre geçmişin didiklenmiş parçaları bir kenarda kırkyama yapılmayı bekliyor. Yine de kahramanın, kimliğini arama yolculuğunda geçmişte yaşananları adım adım keşfetmesi, okura da büyükçe bir gizemler yumağını çözdürerek farklı bir tatmin yaşatıyor.

İnsanın bu belirsizlikler romanını bitirdikten sonra başa dönüp bu dairesel bilmeceyi tamamlayası geliyor. Evet belki yer yer çok soğuk ve çok gri bir metin fakat kelimelerin okuruna toslamak ve onu düşündürmek için rengarenk olmasına da gerek yok diye düşünüyorum.

Nobel ödüllü yazar Patrick Modiano diğer kitaplarını da kesinlikle okumak istediğim bir yazar. Bir insan böyle sade ve çabasız yazarak ancak bu kadar etkileyici olabilirdi. Yazar, belirsizliği sürdürebildiği yere kadar götürüyor. Bu roman bana Daniel Kehlmann – Gitmeliydin romanını çağrıştırdı. Kurguda mekân(lar) etkisini bir kez daha sorgulatmaları bakımından değerlendirilebilir.

Ayrıca gördüğüm kadarıyla Karanlık Dükkânlar Sokağı, okuru tarafından ya çok seviliyor ya da pek hazzedilmiyor. Zaten insanları birbirinden ayıran şeylerin başında -kitap boyunca da tanıklık ettiğimiz gibi- sınırlar, bilinmeyenler, travmalar ve arayışlar gelmiyor mu?


Antonio Tabucchi’nin Isabel İçin Bir Mandala metniyle paralel okunabilir. İki anlatıda da karakterler birilerini, bir şeyi, kayıp geçmişi bulmaya çalışır. Tabucchi’nin karakteri Isabel’i ararken gerçekliğin sınırlarını zorlamaya başlayan bilgilere ulaşır, dünyayı gezerken zamanın çizgiselliğinden kurtulur, ölülerin dünyasını adımlamaya başlar, Modiano’nun karakteri Fransa’nın dışına çıkmasa da bir yandan kendi sınırlarını çizmeye çalışır, on yıldır kim olduğunu bilmeden dedektif olarak çalıştıktan sonra kendi kimliğinin peşine düşer. Tabucchi hikâyeyi Portekiz’in korkunç ortamına kurar, Salazar diktatörlüğünün terör estirdiği zamanlara yerleştirir, anlatıcı eski arkadaşının ve âşığının kayboluşunun ardındaki sırrı çözebilmek için kadını tanıyan kim varsa peşine düşer, elde ettiği bilgiler hep bir başka tanıdığı gösterir, böylece yolculuk sayısız insana ve olaya dek uzar. Modiano’nun mekânı II. Dünya Savaşı’nın işgal altındaki Fransa’sıdır, Almanlar uçan kuşu yakalamaya çalışmaktadır, Guy Roland araştırmasını sürdürdükçe detaylar ortaya çıkar, anılar yavaş yavaş belirir, yine sayısız insan ve olaydan sonra rehberden bulunan tek bir isim geçmişi bütün detaylarıyla anımsatacak bir serüvene dönüşür. İzlekler benzer olsa da Tabucchi’nin çizdiği yol Isabella’yı gerçeküstü bir dünyaya taşır, mandalanın amacı budur, Tibet’e kadar giden karakter ölülerin dünyasına geçerek yaşamla ölüm arasındaki çizgiyi belirsizleştirir, Modiano’ysa gerçekliğin dışına çıkmaz, Roland’ın on yıllık kaybını objelerle, tanıklıklarla somutlayarak ortadan kaldırır. Gerçi Roland’ın hafızasının yavaş yavaş geri gelmesiyle birlikte hatırladıklarının kurgu olma ihtimali ortaya çıksa da karşılaştığı insanların anlattığı tutarlı hikâyeler geçmişin tamamen kurmaca olmadığını imler. Kesinlik yok yine de, Roland’ın kendine biçtiği her kişilik bir sonraki görüşme sırasında yıkılabilir, örneğin başlarda elindeki fotoğrafı kime gösterse fotoğraftakilerden birinin kendisi olup olmadığını sorar, muhatapları aynı biçimde cevap verirler, emin olamazlar bir türlü. Tabucchi bilinmezliği adım adım yükseltir, Modiano karakterini anlatının her noktasında kaygan bir kişilik zemininin üzerine yerleştirir, sürprizlere açık bir kurgu yaratır. Arayışın farklı noktalarda sonuçlandığı iki metin de başarılıdır, gerçi Modiano arayışı bitirmez, son adımda “terk eder”, Valéry’nin şiir için söylediğini düzyazıda hayata geçirir. “Yok yere ağlıyor, çünkü oyununa devam etmek istiyor. Uzaklaşıyor, sokağın köşesini döndü bile. Ve tıpkı bu çocuğun mutsuzluğu gibi, yaşamlarımız da gecenin karanlığında hızla yok olmuyor mu?” (s. 173) Başa dönüş, Roland’ın kendine dair çıkarımlarını sadece başta ve sonda böylesi berrak görürüz. “Ben bir hiçim. O akşam, bir kafenin terasında oturan soluk bir gölgeden ibaret bir hiç.” (s. 11)
Hutte’le, patronuyla oturuyorlar, ofis kapanmış, Hutte kira sözleşmesini feshetmemiş. Roland için başlangıç noktası, Hutte emekli olduğu için Nice’te yaşayacak, mekân Roland’a kalacak. Patron olay örgüsünden tamamen çıkmayacak sonrasında, tanıdıklarını seferber ederek Roland’ın arayışına yardımcı olacak, soruşturduğu insanları bulması için elinden geleni yapacak. Uzaklardaki dost. İster istemez Hutte’ün de o kayıp tarihin bir parçası olup olmadığını merak ediyoruz, on yıllık çalışanının geçmişini kendine has yollarla araştırması mümkün, belki de bütün uğraşı Roland’a ekmek kırıntıları bırakmak. Paul Sonachitzé’yi bulan Hutte mü bilmiyoruz örneğin, Roland’la buluştukları zaman Heurterur de geliyor, Sonachitzé’nin arkadaşı, kayıp geçmişi bulmak için ellerinden geleni yapacaklar. İlginç bir teknik, Roland ne kadar çok bilgiye ulaşırsa karanlık bölge de o kadar gösteriyor kendini, örneğin iki arkadaş şöyle bir baktıklarında Roland’ın yaşını tahmin edemiyorlar, sanki bir boşluğa bakar gibiler. İlerleyen bölümlerde beliren insanlar da Roland’ı tam olarak anlayamayacak, kılıktan kılığa giren adamla üstünkörü konuşup fotoğraftakinin Roland olup olmadığını anlayamayacaklar. Neyse, Heurteur savaştan kısa bir süre önce gece kulüplerinde çalıştığı için yüzlere aşina, Roland’ı ve arkadaşını hatırlayacak: Stioppa. İkinci basamak. Rus ismi, Devrim zamanında Rusya’dan kaçıp Paris’e gelenlerden biri Stioppa, Roland’ın yakın arkadaşı, gittikleri mekânlardaki orkestradan hep aynı şarkıyı çalmasını istiyor, bir Kafkas melodisi. Heurteur’ün aklında, biraz hatırlatınca duygulanıyor Roland, tanıdık bir melodi. Stioppa hâlâ hayatta, Roland iki adamdan ayrılıp yola koyulacağı zaman önündeki takside uyuyakalan kadını kucaklıyor, otele kadar taşıyor. Kadını “tanıyor”, baharatlı parfüm bir şeyler çağrıştırıyor, o kadar. Çok sonra ortaya çıkacak biri mi kadın, Roland’ın geçmişteki sevgilisi mi, aslında kendini ararken hatırlayacağı aşkı mı o? Modiano okura da ekmek kırıntıları bırakmış olabilir mi? İki kez okunsa detayların daha iyi yakalanabileceği bir metin bu.
Stioppa Rus olup olmadığını soruyor Roland’a, taksici de aynı şeyi sormuştu, belki bir zamanlar Rus’tu Roland. Stioppa şaşkın, ona o isimle hitap edenlerin çoktan öldüğünü söylüyor, Roland’ı da tanımıyor üstelik. Genç bir adam var karşısında, Roland yaşlandığını düşündüğü için yaşıyla ilgili bir çıkarım yapamıyoruz. İşler iyice ilginleşiyor, Stioppa’nın gösterdiği bir fotoğrafta Roland kendini tanıyor, genç bir adam, yanında güzel bir kadın ve bir adam daha var, üçünün ilişkisi derin belli ki. Roland fotoğrafı gösterip genç adamın kendisi olup olmadığını soruyor, arkadaşını tanımıyor Stioppa. Galina “Gay” Orlow’un adını verebiliyor bir tek, kadının. Hutte’ün iyi bir arkadaşı Orlow’un bilgilerini gönderiyor Roland’a, kadının eski kocası Waldo Blunt üçüncü durak. Orlow ABD’ye göçünce bu Amerikalı piyanistle evlenmiş vatandaşlık için, sonra başka bir Fransız’la memleketine dönmüş. İntihar etmiş bir süre sonra, yaşlanmaktan korktuğunu dile getirirmiş sık sık. Birlikte döndüğü Fransız’ın adı Howard de Luz, John Gilbert’ın sırdaşı. Howard de Luz aslında Roland olabilir, bu fikre tutunuyor Roland, araştırmalarını sürdürüyor, ailenin son üyesi Claude Howard’la konuşuyor. Howard de Luz ve John Gilbert’la sıklıkla görüşmüş ama uzun yıllar geçtiği için onları tanıyamayacağını söylüyor, Roland’ı görünce yine hiçbir şey çağrışmıyor tabii. Ailenin sahip olduğu şatoya bu kez, yıllardır şatoya göz kulak olan hizmetçinin verdiği bilgilere göre fotoğraftakiler ayrılmaz üçlüymüş bir zamanlar, başka bir Rus kız daha katılınca dört kişilik tayfa tamamlanmış. Basamaklar böylece sıralanıyor, Roland başka birileri olabileceği düşüncesine kapılıyor sonradan, doğru izi takip ettiğini düşünmeye başlayınca geçmiş yavaş yavaş belirmeye başlıyor. Anlatılan hikâyelerin aydınlatıcılığı bir yana, Roland da oluşmaya başlayan anılarıyla birlikte daha net bir fotoğrafa bakmaya başlıyor artık, savaş zamanı Paris’ine bir yolculuğa çıkıyoruz, bir anda. Bu geçiş de oldukça hoş, nereye varacağını bilemediğimiz bir arayışın zamanıyla geçmişte yaşananların zamanı bir çizgide birleşiyor. Almanlar katliam yapmaya başladıkları zaman üç arkadaş kaçmaya karar veriyorlar, güneye inip dağlardan sınırın öte tarafına geçecekler. Sahte pasaportlar tamam, araç da hazır, yola koyuluyorlar ve kontrol noktalarından zar zor geçip dağların tepelerindeki bir pansiyonda geçici bir süreliğine gizleniyorlar. Tanışları orada kalıp savaşın sonunu bekleyecekler, Roland ve Orlow’sa kaçmaya kararlılar, pek de sağlam ayakkabı olmayan iki insan kaçakçısına duydukları güven sonlarını getirecek ne yazık ki. Kışın kıyametin ortasında, ayrı ayrı yerlerde ölüme terk edecekler ikisini, Alman ajanı olup olmadıklarını bilmiyoruz. Roland nasıl kurtulduğunu hatırlamıyor, bir tek beyaz cehennemin ortasında düşüp kaldığı geliyor aklına. Sonrası on yıllık dedektiflik, arayış ve elde kalan tek bir adres, Roland’ın, Roland adını almadan önceki adamın bir zamanlar oturduğu ev, Karanlık Dükkânlar Sokağı.
Savaşın yarattığı kaos insanlara kimliklerini kaybettirebiliyor, sonradan bulması zor. Modiano müthiş bir arayışa ortak ediyor okuru, Roland’ı bıraktığı kadar çaresiz ve bilgisiz bırakıyor. İyi bir hikâye, iyi bir anlatım, iyi bir okuma tecrübesi. Tavsiye ederim.


Yazardan okuduğum ikinci kitap oldu. Malesef anlatım tarzı ile çok iyi anlaşamadık.


Kitabı hiç beğenmedim.Sonuna kadar okudum belki fikrim değişir diye ancak değişmedi.Yazarın dilini akıcı bulmadım.Tavsiye etmiyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

*

*