Telif Bildirimi ve Kitap Kaldırma İstekleri İçin
12+1 Yalan

Kategori: Edebiyat Yazar: Aleksandros Adamopulos Yayınevi: Imge Yayınları - Kelepir

12+1 Yalan

  • çevirmen: Herkül Millas
  • Yayın Tarihi: 30.10.2000
  • Orijinal Adi: Dodeka ke Ena Psemata
  • ISBN: 9789755333038
  • Dil: TÜRKÇE
  • Sayfa Sayısı: 88
  • Cilt Tipi: Karton Kapak
  • Kağıt Cinsi: Kitap Kağıdı
  • Boyut: 13.5 x 19.5 cm
  • Diger Ozellik: Resimli
Tanıtım Bülteni
Gizemli bir bütün koparılmış parçaları andıran bu kısa yazılar birden duygu dünyamıza erişmekte, benliğimizin derinliklerine uzanmakta...Metinler bir fotoğrafın negatifi gibi; bir sıvının altında devinip oynaşıyor ve fotoğraf, bütün olarak ancak her parçanın sonunda karşımızda beliriyor..."Mitos, simge ve alegoriden oluşturduğunuz bir sentezle özgün ve eşsiz bir sanat ortamı yarattınız."Prof. Y. Y. Kautak, Baroda Ünv.
Kitap Adı Format Boyut Bağlantı
12+1 Yalan PDF 3.65 MB İndir
12+1 Yalan EPUB 4.08 MB İndir
12+1 Yalan MOBI 3.22 MB İndir
12+1 Yalan ODF 3.44 MB İndir
12+1 Yalan DJVU 4.30 MB İndir
12+1 Yalan RAR 2.79 MB İndir
12+1 Yalan ZIP 2.58 MB İndir

Sponsorlu Kitaplar

Satıcı Kitap Adı Bağlantı
BKM Kitap Sessizlik Artık Sensizlik Satın Al
Kitapyurdu Yüreğin Yorgunluk Görmesin Satın Al

Benzer Kitaplar




Kitap Yorumları - (5 Yorum)


Kısacık yalanların taşıdığı semboller metinleri uzama yayıyor, az önce ikinci kez okudum ve birkaç kez daha okuyabilirim, öyküler genişledikçe genişliyor ve ucunu bulamıyorum, bitmiyor, öncesi ve sonrası kendilikten beliriyor, Max Frisch’in günlüklerindeki ölümün ve yaşamın süreğen birlikteliğini bu öykülerde somutluyorum, çaresiz. Çıkar yol yok; yaşamların kesişimlerini bir soluğa sıkışmış halde buluyorum, bir sonraki sözcük ayrılıkları, bir anlamda ölümleri taşıyor. On ikinci yalan olan Ruh’ta bir çocuk, ruhunu kurcalamaktan başka bir şey bilmiyor, diğer çocuklar ve yetişkinler tarafından seviliyor ama yalnız, uzak duruyorlar ondan. Elde parlak, yeni bir ruh. Diğer yanda bir civciv, ördek yavrusu gibi büyütülünce ölüyor. Ruhu civciv gibi büyütülmüş bir ördek yavrusuna yerleşmiş, yine ölüm. Kelebek, ölüm. Kurbağa, ölüm. Tohum, mermer bir bütünlük. Çocuk tohumu/mermeri buluyor, ruhun serbest kalmasına yol açıyor ve ruh yüzyıllar süren yalnızlığından kurtuluyor, uzaklara uçuyor. Çocuk/sanatçı ölüyor sonunda, ruhu bir civcive gidiyor. Biraz kazıyınca çıkan anlamlar yordu ki daha on iki tane var, hangi birinden ne burukluklar çıkacak diye düşünüyorum, aslında çoktan çıktı ama her okuma bir başka boşluğu gösteriyor, dolmaksız.
Yunan yazarların metinlerini toplamaya devam ediyorum, Belge’den İmge’ye kadar pek çok yayınevinin bastığı onca metinden denk geldiklerimi kaçırmıyorum ama işim zor sanırım, çevirmenleri takip ederek ulaşabildiklerimin yanında ulaşamadıklarım da var bayağı. Zamanla artık. Adamopulos’un bu metnini İmge’nin yıl sonu indirimini duyup aldıktan sonra hatırladım, yıllar önce almıştım zaten. Rekorum dört, dört defa aynı kitabı satın alıp üçünü hediye ettim ve dördüncüyü hâlâ okumadım. Müthiş. Böylece bendekini unutup dört adet daha alabilirim. Neyse, Adamopulos 1953’te Atina’da doğmuş ve kendini tutkularına bırakmış. Öyle görünüyor. Paris’te hukuk sosyolojisi, Atina’da klasik gitar, rejisörlük, hukuk eğitimi, devlet radyosunda programlar, dünyanın çeşitli yerlerindeki kültürel organizasyonlarda aldığı görevler derken yaşamı tam dolmamış olacak ki yazarlığa da zaman ayırabilmiş. Sözlük’ten öğrendiğim kadarıyla yazdığı bir oyun İstanbul’da sahnelenmiş, hatta 2012’de İstanbul’a gelmiş kendisi. Ne güzel. Çevirmeni Herkül Millas.
Önsözü Daireler, ben, sen, elim. İki daireden biri konuşuyor, diğeri de daire. Hayal edilen, dairelerin üst üste gelmesi. Grafikle gösterilmiş. “Bir olmak” hayal edilmiş ama öyle olmamış, büyüklü küçüklü kesişim kümelerinden biri ortaya çıkmış ve ortadaki kümenin büyüklüğüyle ortadaki küme dışındaki iki ayrı kümenin büyüklükleri arasındaki… o kusursuz ayrılık diyeyim, çizgilerin belirlediği sınırların aşılamaması, bir çizginin diğeri üzerindeki tek kesişimine indirgenen anlam. Yetersizlik, yetinememek. “Ben ne bileyim? Sen de nasıl bilebilirsin?” (s. 11) Sonuçta en baştaki iki ayrı daireye dönüş. Aradaki mesafenin aşılabileceği umudu, bu kez başka daireler arasında. Yorgunluk bayağı. Bu yorgunluğu başka bir yalanda yakaladım, Fasulye’de. “Binlerce kez tekrarlanmış hiçlik; kimde ne var ve nerde bulur ve kim kimle dosttur ve kökeni nedir ve kaç kuşak eskidir şu soy ve yeniden yaşama dönüş içimizde mi, dışımızda mı ve aşk şöyle midir, böyle midir? Hep aynı fars ve hep aynı yalan.” (s. 55) Anlatıcının mendiline bırakılan bir fasulye hikâyesini anlatıyor. Bahçeden fasulyeler toplandı, bir çuvala kondu, bakkala götürüldü, bakkal küreği bir kese kağıdını doldurdu ama bu fasulye yere düştü, bir başına kalıp gidenlere baktı. Günlerce ağladı, toprak ıpıslak oldu ve fasulye yeşerdi. Bir kez anlattı bu hikâyeyi, sonra sustu, sesi çıkmadı. Anlatıcı arkadaşlarının peşinden gidecekti, yalnız kalmak istemiyordu. Fasulyeyi mendile bırakan uşak dedi bunu: “‘Ama böylesine bir ağlamadan sonra yeşermeye başlayan bir fasulyenin nasıl acı duyduğunu bilir misiniz?'” (s. 57) Eski yiterken duyulan acı çoktan çekilmiştir, olamayacak şeyler sezildiği an bu acı ortaya çıkar ve eski henüz eski değilken kendini dayatır. Yeniye başlarken duyulan acı, bu ağırdır işte. Güzel bir tazelik duygusunun yanında buruk bir şey. Bu öyküyü öğretmenler odasındayken okudum ve gözlerimin dolmasını iyi gizledim bence. Yeşermenin acısı. Üstelik bahar gelmeden.
İlk yalan, Mektup. Adam terk edilmiş, yalnız başına, ölümün özlemini duyuyor. Tam o sırada bir mektup, sevdiği kadından. Birlikte düş kurmalarını engelleyen şey başkalıkları. “Bende eksik olan sende bulunuyor. Sana sürekli acı veren ve beni hiçbir şey duymamamı sağlayan. Sen ölüyorsun, ben bitkisel yaşamdayım. Haykırıyorsun, bende tıs. Işıktan gözlerin kamaşıyor -ben gözlerimi yumuyor ve karanlıkta kalıyorum.” (s. 16) Sonra gerçekten sevdiğine dair bir ek, birkaç satır sonra tekrarlanan. Son değil bu, mazruftan çok zarf konuşuyor: Baron Münhausen, gönderen. Bu gerçekten ölüm demek, bir başkasının karıştığı sözcükler soluyor, adam acısıyla bir başına kalıyor. Yazacaktım ama unuttuğumdan yazmadım, şimdi hatırladım; Bağlar’da Vanda, Aldo’dan yıllar boyunca bir açıklama bekler, adamın neden gittiğine dair. Aldo hiçbir şey söylemez, sebeplerinin Vanda’yı öldürebileceğini düşünüp merhametli olmaya çalışır. Bir noktadan sonra gerçekten her şeyin anlatılmasına gerek yok, gizlenen şeyler gizlendikleriyle kalmalı, hatta açık açık söylenenler söylenmemeli. Geriye hiçbir şey kalmamalı, gedik eldekilerle kapatılmalı. En temiz kesik, bu.
Her bir yalanın tam kurulamamış, dürüstlüğe yaslanamamış bir hikâyesi var, alegorik anlatılar kullanılmış olsa da hepsinin gösterdiği nokta benzer bir yer. Söylemiyoruz ve söylüyoruz, çarpıtıyoruz ve olduğu gibi bırakıyoruz, doyuyoruz ve doymuyoruz, sürüyoruz ve süremiyoruz, bir şekilde birilerine dokunup devam ediyoruz. Dokunur gibi yapanların, dokunmaktan korkanların öyküleri bunlar, haliyle umutla dokunanların da.


kısa öyküler çok beğenmedim


Hikayeler çok iyi düşünülmüş ve kaleme alınmış , okunması gereken bir eser


Hikayelerin kısalığına ve basitliğine aldanmayın. Beklediğimden daha fazla derinliği olan, sorgulayıcı, sorgulatıcı.


gözlerden uzakta kalmış kendine ulaşacak okuyucuyu sessizce bekleyen bir başka hazine

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

*

*