Senin dahil olmadığın seninle ilgili hatıralarım da var benim, onları bilmene olanak yok tabii. Öylesine içimdesin ki, fiziksel yokluğun neredeyse hissedilmiyor. Bu senin, sahilimde bıraktığın ayak izin, varlığının bana bağışladığı sessiz melodin. Sadece seni düşünüyorum. Bir önceki gün seni ilk defa kollarıma aldım ve beni o an istila ettin. Seni anlatan cümleler geliyor aklıma, not alıyorum amaçsızca. Bir efsaneye göre Şostakoviç’in kafatasına saplanan bir şarapnel parçası, eğer kafasını belirli bir şekilde eğerse onun müzik duymasını sağlarmış. Sen benim Şostakoviç’in kafatasına saplanan şarapnel parçamsın. Şostakoviç’in kafatasına saplanan şarapnel parçası güzel bir roman adı olurdu. Hayat sonsuz sayıda güzel roman adıyla doludur.
Eh, aşk üzerine düşeni yerine getirmede askeri bir disipline sahip olduğu için hemen her seferinde yıkar, doğurur, parçalar, birleştirir, çakı gibi birden çok işi yapar, hem de tek başına. Adonis, Sapho, Mascolo, Shakespeare, çağlardan beri sayısız sanatçı aşk için bir şeyler yaptı. Başka yazılarda da değindim, burada da değineyim, Barnes’ın 10½ Bölümde Dünya Tarihi adlı müstesna romanında yarım bölüm aşka ayrılmıştır, tamamlanmayan diğer yarımsa aşkın yokluğuna adanmıştır. Tufanla birdir aşkın varlığı/yokluğu, uygarlıklar için yıkımdır, insan için yaşamanın tek anlamı olabilir, yaşamı sona erdirmenin tek sebebi de olabilir. Şu bilinir ki aşk devrimcidir ve belirdiği andan itibaren kişinin kendisi de dahil olmak üzere bir daha hiçbir şey eskisi gibi kalmayacaktır. Aşktan Bu Kadar’da aşka rağmen dönüşüm geçirmeyen yaşamların yanında bütün hayatı değişen insanlar var, onlara aşk olsun! Alberoni’nin Aşık Olma ve Aşk’ını hatırlıyorum, ruhun sıkıntılarını gidermek için aşkın ortaya çıktığı söyleniyor. Özünüzde bir eksik, yaşamınızda özlemini çektiğiniz ve henüz tanımlayamadığınız bir gedik varsa bam! Aşk imdadınıza yetişir. Aşk, kitaptaki karakterlerin imdadına yetişmiştir, çatlaklar aşkla sıvanır, karakterlerin duygusal yaşamlarındaki eksikler yeni insanlarla kapatılır.
Biraz şey, Love Actually tarzı. Herkesin birbiriyle bir noktada bağı var. bu sayede farklı bir -veya iki- karaktere odaklanılan her bölümde meselenin karşı taraftaki boyutunu/etkisini görebiliyoruz. Yazar OULIPO’cu, metinle güzel güzel oynuyor. Bu anlatım şeklini karakterlerden birinin, Yves adlı yazarın kurguladığını görüyoruz. Abhaz Dominosu. Oyunun ilerleyen bölümlerinde, kullanılmış taşlar tekrar kullanılabiliyor ama sayıların tek veya çift olmasına göre belirleniyor bu. Aşktan Bu Kadar aynı teknikle yazılmış, bu güzel. Kitabın adı meselesi var, o da inceden sürprizli. İkincisi, anlatı sürerken sayfanın ikiye bölündüğünü düşünün, iki sütun. Sol sütunda Yves’in konferans sırasında yaptığı konuşma var, sağ sütundaysa Yves’in sevgilisinin kocası, Stan, bilincini sele çevirip barajları kaldırıyor. Eşinin o adamda ne bulduğu, kendisinin de okunan metni yazabilecek yeteneğe sahip olduğu, kullanılmayan yeteneğin köreldiği, sahip oldukları çocuklar, Yves’in kelliği, yaşlılığı, başka bir yerde olacağını söyleyen eşini Yves’in hemen önünde görmesi… Orijinal bir fikir bence, iki konuşma eş zamanlı olarak sürüyor. Biri bütün salona, biri sadece kendine.
Karakterler, her biri keşfedilmeyi bekleyen bir ada gibi. İlişkilere değinsem daha iyi, nerede başlayıp nerede bittikleri, ne şartlarda başladıkları ve nasıl sürdükleri önemli.
Le Tellier’nin kurduğu dünyada küçük ayrıntılar var, hikâyenin başında Anna’nın Yahudilikle ilgili küçük bir davranışı, sonlara doğru yapılan bir tartışmaya ışık tutabilir. Bu adamın romanları dikkatle okunmalı, detaylarda gizlenmiş başka anlatıları kaçırmamak için.
Kitap Yorumları - (3 Yorum)
Eh, aşk üzerine düşeni yerine getirmede askeri bir disipline sahip olduğu için hemen her seferinde yıkar, doğurur, parçalar, birleştirir, çakı gibi birden çok işi yapar, hem de tek başına. Adonis, Sapho, Mascolo, Shakespeare, çağlardan beri sayısız sanatçı aşk için bir şeyler yaptı. Başka yazılarda da değindim, burada da değineyim, Barnes’ın 10½ Bölümde Dünya Tarihi adlı müstesna romanında yarım bölüm aşka ayrılmıştır, tamamlanmayan diğer yarımsa aşkın yokluğuna adanmıştır. Tufanla birdir aşkın varlığı/yokluğu, uygarlıklar için yıkımdır, insan için yaşamanın tek anlamı olabilir, yaşamı sona erdirmenin tek sebebi de olabilir. Şu bilinir ki aşk devrimcidir ve belirdiği andan itibaren kişinin kendisi de dahil olmak üzere bir daha hiçbir şey eskisi gibi kalmayacaktır. Aşktan Bu Kadar’da aşka rağmen dönüşüm geçirmeyen yaşamların yanında bütün hayatı değişen insanlar var, onlara aşk olsun! Alberoni’nin Aşık Olma ve Aşk’ını hatırlıyorum, ruhun sıkıntılarını gidermek için aşkın ortaya çıktığı söyleniyor. Özünüzde bir eksik, yaşamınızda özlemini çektiğiniz ve henüz tanımlayamadığınız bir gedik varsa bam! Aşk imdadınıza yetişir. Aşk, kitaptaki karakterlerin imdadına yetişmiştir, çatlaklar aşkla sıvanır, karakterlerin duygusal yaşamlarındaki eksikler yeni insanlarla kapatılır.
Biraz şey, Love Actually tarzı. Herkesin birbiriyle bir noktada bağı var. bu sayede farklı bir -veya iki- karaktere odaklanılan her bölümde meselenin karşı taraftaki boyutunu/etkisini görebiliyoruz. Yazar OULIPO’cu, metinle güzel güzel oynuyor. Bu anlatım şeklini karakterlerden birinin, Yves adlı yazarın kurguladığını görüyoruz. Abhaz Dominosu. Oyunun ilerleyen bölümlerinde, kullanılmış taşlar tekrar kullanılabiliyor ama sayıların tek veya çift olmasına göre belirleniyor bu. Aşktan Bu Kadar aynı teknikle yazılmış, bu güzel. Kitabın adı meselesi var, o da inceden sürprizli. İkincisi, anlatı sürerken sayfanın ikiye bölündüğünü düşünün, iki sütun. Sol sütunda Yves’in konferans sırasında yaptığı konuşma var, sağ sütundaysa Yves’in sevgilisinin kocası, Stan, bilincini sele çevirip barajları kaldırıyor. Eşinin o adamda ne bulduğu, kendisinin de okunan metni yazabilecek yeteneğe sahip olduğu, kullanılmayan yeteneğin köreldiği, sahip oldukları çocuklar, Yves’in kelliği, yaşlılığı, başka bir yerde olacağını söyleyen eşini Yves’in hemen önünde görmesi… Orijinal bir fikir bence, iki konuşma eş zamanlı olarak sürüyor. Biri bütün salona, biri sadece kendine.
Karakterler, her biri keşfedilmeyi bekleyen bir ada gibi. İlişkilere değinsem daha iyi, nerede başlayıp nerede bittikleri, ne şartlarda başladıkları ve nasıl sürdükleri önemli.
Le Tellier’nin kurduğu dünyada küçük ayrıntılar var, hikâyenin başında Anna’nın Yahudilikle ilgili küçük bir davranışı, sonlara doğru yapılan bir tartışmaya ışık tutabilir. Bu adamın romanları dikkatle okunmalı, detaylarda gizlenmiş başka anlatıları kaçırmamak için.
Çok güzel bir kitap. Anlatımı, kişilerin psikolojik hallerini bir diğer karakterin gözünden yansıtışı… çok sevdim.
Monokl yayınlarının çıkardığı başarılı kitaplardan biri. Tavsiye ederim.