Telif Bildirimi ve Kitap Kaldırma İstekleri İçin
Hakikat Sonrası Çağ  Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma

Kategori: Sosyoloji Yazar: Ralph Keyes Yayınevi: Delidolu

Hakikat Sonrası Çağ Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma

Tanıtım Bülteni
“Beyaz yalan dostu bir çağda yaşıyoruz. Diğerlerini aldatmak bir nevi boş zaman faaliyetine dönüşmüş durumda. Şu konuda ikilemdeyiz: Bir yandan kendi yalanlarımıza bahane bulurken diğer yandan yalancılığın bu kadar yaygın olması karşısında dehşete düşüyoruz.”  Oxford Sözlüğü 2016 yılında “hakikat sonrası”nı (post-truth) yılın sözcüğü seçti. Oysa sözcüğün kökeni eskilere uzanmakta. 2004 yılında Amerikalı araştırmacı yazar Ralph Keyes bu ifadeyi kitabının kapağına taşıyarak, toplumlarda gittikçe yaygınlaşan yalanı ve aldatmayı, dürüstlüğün değer kaybedişini derinlemesine inceledi. İşte dilimize ilk defa çevrilen bu kitap, hakikat sonrasına ilişkin en kapsamlı teorik yaklaşımı sunuyor.Yalan ve aldatma nasıl gündelik toplumsal refleksler haline geldi? Birinin yalan söylediğini bile bile neden onu onaylarız? Nasıl oldu da kamuoyunu gerçeklerden çok kanaat ve duygular belirlemeye başladı?  Bu hayati sorulardan yola çıkan Keyes, tarih boyunca yalan söylediğimizi kabul ederken, bugün neden yalanın geçer akçe olmaya başladığını sorguluyor. Toplumsal yaşamımızı radikal biçimde şekillendirmeye başlayan hakikat sonrası çağın yükselişini ve bu durumun tehlikesini gözler önüne seren kitap, aynı zamanda dürüstlüğü nasıl yeniden kazanabileceğimize ilişkin bir yol haritası.“Zeki insanlar olarak, suçluluk duymadan paçayı kurtarabilmek için gerçeği örtbas etmeye gerekçeler buluyoruz. Ben buna hakikat sonrası diyorum.”
Satıcı Kitap Adı Bağlantı
Trendyol Hakikat Sonrası Çağ Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma Satın Al
Kitapyurdu Hakikat Sonrası Çağ Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma Satın Al
D&R Hakikat Sonrası Çağ Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma Satın Al
Idefix Hakikat Sonrası Çağ Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma Satın Al
BKM Kitap Hakikat Sonrası Çağ Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma Satın Al
Hepsiburada Hakikat Sonrası Çağ Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma Satın Al
Gittigidiyor Hakikat Sonrası Çağ Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma Satın Al
N11 Hakikat Sonrası Çağ Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma Satın Al
Amazon Türkiye Hakikat Sonrası Çağ Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma Satın Al
Kitap Adı Format Boyut Bağlantı
Hakikat Sonrası Çağ Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma PDF 6.23 MB İndir
Hakikat Sonrası Çağ Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma EPUB 6.96 MB İndir
Hakikat Sonrası Çağ Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma MOBİ 5.49 MB İndir
Hakikat Sonrası Çağ Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma ODF 5.86 MB İndir
Hakikat Sonrası Çağ Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma DJVU 7.32 MB İndir
Hakikat Sonrası Çağ Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma RAR 4.76 MB İndir
Hakikat Sonrası Çağ Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma ZIP 4.39 MB İndir

Sponsorlu Kitaplar

Satıcı Kitap Adı Bağlantı
BKM Kitap Sessizlik Artık Sensizlik Satın Al
Kitapyurdu Yüreğin Yorgunluk Görmesin Satın Al

Kitap Yorumları - (5 Yorum)


“Hakikat-sonrası”nın hazırlayıcı etkenleri ele alınıyor daha çok, Lee McIntyre günümüzün sosyopolitik ortamındaki hakikati incelerken Keyes kavramın sosyolojik belirlenimleriyle uğraşıyor, psikolojik temellerden yola çıkarak inançların, güdülerin nasıl değişebileceğini gösteriyor. Yalanla başlıyor işe, psikolog Robert Feldman’ın deneyiyle. 121 üniversite öğrencisi yeni tanıştıkları biriyle 10 dakika sohbet ediyor, sohbetler kayıt altına alınıyor. Ortalama üç kez yalan söylüyor herkes, bu yalanların içinde kısa bir süre önce büyük bir albüm anlaşmasına imza atan bir rock grubunun üyesi olmak var, daha küçük yalanlar var, çeşit çeşit. Yalan söyledikleri sahneler izletilince şaşırıyor denekler, bunun yanında pişman olmadıklarını, herkesin yalan söylediğini, yaşamın yalanlar üzerine kurulduğunu söylüyorlar. Dürüstlük uzun vadede daha kazançlı, araştırmalar bunu gösteriyor ama kısa vadede pek de ihtiyaç duyulmuyor belli ki, irrasyonelliğimiz bu açıdan bariz. O an verilen daha az paranın daha sonra verilecek daha çok paraya tercih edildiğine dair deney de gösteriyor bunu, bir elbisenin yakışıp yakışmadığı konusunda yalan söylemekle bir ülkenin kitle imha silahına sahip olup olmadığına dair yalan söylemek arasındaki benzerlik korkunç. Dürüstlüğün abartıldığını söyleyen Oscar Wilde gibi, yalan söylemenin toplumsal bir gereklilik ve sanatsal haz kaynağı olduğunu söyleyen Nietzsche gibi sanatçılar, düşünürler belli bağlamlarda yalanı savunuyorlar, ikiyüzlü bir toplumun dayattığı gerçekliğin kuyruğuna teneke bağlamaktan bahsediyorlar, bunun yanında yalancılığın norm olduğu toplumların er geç çökeceğine dair korku uygarlık tarihi boyunca süregelmiş. “Bu nedenle yalan hakkında duyulan kaygı, yalanın yaygınlaşmasıyla kol kola gitmektedir.” (s. 17) Keyes dürüstlüğü öven, buna rağmen yalanları arka arkaya sıralayan tarihi figürleri ele aldığı bölümlerde yalanın caydırıcı bir yaptırımının olmadığı sonucuna varıyor. En başta Carter’ın ABD başkanı olmasını asla yalan söylemeyeceği sözünü vermesine bağlıyor, ardından politikacıların, sanatçıların kurmaca kişiliklerine odaklanıyor. ABD’de Vietnam’da savaştığını söyleyen ünlü insanların foyalarına açığa çıkaran bir organizasyon ve belli araştırmacılar var, yargıçlardan senatörlere pek çok insanın aslında askere bile gitmedikleri ortaya çıkınca verdikleri tepkiler ilginç. Toplumun duyarlılığını yansıtan her hikâyenin bir parça gerçeklik taşıdığını söyleyenler çıkıyor, daha da ilginci toplum bu görüşe katılarak yalanı olumluyor, kurmaca da olsa gerçeklikten bir parçayı aktardığı için yalancıyı bir şekilde ödüllendiriyor. Gazetecilerin yaratıcı gazetecilik ürünü makaleleri gerçekliği farklı bir açıdan aktardıkları için değerli , bunun yanında tamamen uydurma belgelerle haber yapanlar en fazla işlerinden oluyorlar, eylemlerinin ses getirdiği ölçüde kitap anlaşmaları imzalayarak kazanç sağlıyorlar, bir nevi iş kolu bu. Yalanların kabul görüp görmemesi bu yalanlardan ötürü zarar görenlerin toplum nezdindeki önemine göre değişiyor, Irak’ın işgalinde Cheney ve avanesinin yedikleri herzeler bir karşılık bulmadı, işkencelerden de yırttılar gibi duruyor, Keyes’in meselesi bu. “Bu kitabın iddiası, uydurmaya atalarımızdan daha meyilli olmadığımız, fakat bundan sıyırmayı daha iyi becerdiğimiz, ifşa olsak bile bunun yanımıza kâr kalma olasılığının daha yüksek olduğu ve bu süreçte kendimizi herhangi bir zarar vermediğimize ikna ettiğimiz düşüncesidir.” (s. 19) Son yıllarda çekilen, neocon tayfanın kirli çamaşırlarını ortaya seren filmlerden birinde Cheney’nin bir savunusu vardı, ne kadar savunuysa. Her şeyden ABD halkının sorumlu olduğununu, seçimlerin bu sorumluluğu yarattığını söylüyordu. George Carlin’in oy vermemeye dair savı demokrasiye katılım gösterenlerin tepkisizliğine de dokunduruyor bir yerde, “iyi” bir amaçla söylenen yalanları desteklemek pek de farklı sonuçlara yol açmıyor. Bob Dylan’ın trenden trene atlayıp Woodie Guthrie triplerine girdiği kurmaca gençliği ne kadar çok ses getirmiş ve kanıksanmışsa binlerce insanın ölümüne yol açan yalanlar da o kadar kanıksanıyor.
“Yalan Söylemenin Kısa Tarihi” bölümünde Keyes, insanların bilişsel niteliklerinin soyut düşünme kabiliyeti oranında geliştiğini söylüyor, kısacası alternatif bir gerçeklik yaratabilme gücü beynimizin gelişiminde başat etkendi. Ahlaki, etik boyut bağlamında Darwin’den yapılan alıntı dürüstlüğün doğuştan gelen bir şey değil, öğrenilen bir şey olduğunu gösteriyor. Koşullara bağlı olarak yalancıyız ve dürüstüz, hayatta kalma ihtimalimiz hangisine yakınsa. Yine Darwin’den yola çıkarak ekliyor Keyes: “Eğer dürüstlüğe yol açan bağlılıksa, doğruluğun ancak birbirlerine bağlı hisseden insanlar arasındaki bir erdem olması akla yatkındır.” (s. 35) İlginç araştırmalar var, dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan yerliler genellikle kendi aralarında son derece dürüstlerse de Batılı bir araştırmacıya, gezginlere sıkabildikleri kadar yalan sıkıyorlar, gelenek gibi bir şey, aralarından bazıları beyaz adama yalan söylemenin gelenek olduğunu belirtiyor örneğin. Genellikle mizah amacıyla yapıyorlar bunu, eğleniyorlar, birbirlerine yalan söylemeleriyse yaptırımlara tabi. Buradan Augustinus’a, Kant’a ve Machivaelli damarından Nietzsche’ye ve Wilde’a uzanıyor Keynes, Odysseus’un yolculuğundan bahsediyor, tarihî ve mitik bir bakış.
Günümüzde birebir etkileşim eskiye göre azaldığı ve dijital ormanlar alabildiğine yayıldığı için yalan söylemenin basitleştiğini hatta normlaştığını söyleyebiliriz. Zekâ yarışı da var, yalanın aşağılayıcı yanı muhataba üstünlük kurma itkisini güçlendiriyor, özellikle anonim ortamlarda. Bir daha karşılaşmayacağınız birine rahatlıkla yalan söylersiniz, sanal ortamda kişiliğinizi baştan yaratırsınız, kolaydır. Askerde Nuh vardı böyle, DJ’lik yaptığını, İstanbul’da çalmadığı mekan kalmadığını söylerdi. Biraz araştırma yapan üst devreler adamın yalanlarını yüzüne vurduğunda hiç gocunmadı herif, fotoğraf çektirmeyi sevmediğini söyledi, sıyrıldı. Kurmaca biyografiler bahsini bu bağlamda düşünebiliriz, kitapta genişçe bir yer de ayrılmış buna. Gerçi prospektüs bile bana kurmaca bir metin ama temayüle uyup biyografilere, otobiyografilere kurgu dışı diyelim, sayısız biyografi ve otobiyografi kurmaca ögeler taşıyor. Bazıları bulunmuş, mağazalarda kitaplar kurgu dışı kısmından kurgu kısmına taşınmış, okurlar tepki vermiş veya vermemiş, karışık iş. Thoreau örneği: “Bugün bile Thoreau vahşi doğada tek başına etik bir yaşam süren ahlaklı insanı sembolize eder; tabii Thoreau’nun inzivaya çekildiği ormanlık bölgenin ailesinin evinden ancak bir mil uzakta olduğunu saymazsak. Walden Gölü kıyısında tabiat anayla bütünleşen Thoreau neredeyse her gün evine gidiyordu. Bir biyografi yazarına göre Thoreau’nun yaptığı, göl kenarında ‘kamp kurmak’tan ibaretti.” (s. 71) Hikâyeyi Thoreau’dan dinleyince bambaşka bir durum ortaya çıkıyor, buradan hareketle bilişe dayalı her şeyi kurmaca olarak değerlendirmek makul. Paul de Man’ın karakter/kişilik yaratımıyla ilgili yazıp çizdikleri Nazi işbirlikçiliğini örtmeye ne kadar yaradı acaba, bu bir ödünleme miydi örneğin? Motivasyon yıllar içinde pek değişim geçirmeden insanların yalanlarını biçimlendirdi, diploma sahtekârlığından yanlış veya eksik bilgilendirmeye kadar pek çok çeşitlemeyi ortaya çıkardı. Sonuçta insanlara iyi bir hikâye gerekiyor, varlıklarını hikâyelere oturtmalılar, böylece zihin haritaları oluşturarak kimlik inşalarını sürdürebilirler. The Man From Earth’te insanı soluksuz bırakan yaşam hikâyesinin kurmaca çıkması da ilginç bir durum olurdu, süper zeki bir insanın yalanlar zincirini soluksuz izlerdik.
Cinsiyet rolleri açısından yalanın işlevlerinin incelendiği bölüm yine ilginç, yapılan araştırmalar How I Met Your Mother’daki formülün gerçek olduğunu gösteriyormuş mesela, erkeklerin kaç kişiyle seviştikleri sorusuna verdikleri cevabı üçe bölmek, kadınlarınkini üçle çarpmak gerekiyormuş. Kadınlar erkeklere yalan söylerken daha büyük sıkıntı hissediyormuş, erkekler nispeten rahat. Bir de çoğu erkeğin ve kadının her şeyi bilmek istemediği ortaya çıkmış, yalanlarla boğuşmaktansa kafalarını kurcalayan şey hakkında soru sormuyorlarmış. Böyle şeyler. Günümüzde yalanın, hakikat-sonrasının hali. İlgilisi kaçırmasın.


Dili akıcı; akademik soğukluk yok. Gündelik hayatın içinden bir konuyu keyifli bir dille anlatıyor. Konusu biraz can sıkıcı olsa da…


Bu alanda okuduğum güzel eserlerden biri. Dili akıcı değil, zaman zaman kendi içinizde sorgulamalar yapıyorsunuz. Bu tarza alışkın olmayanlar için zor olabilir ama okumaya değer diye düşünüyorum.


Yazılmış satırlar okuyucunun bazı konularda var olan sorularının cevabını verecektir.
Okunması gerekir 🙂


İnsanın son icadı, hakikatin ölümü, gerçeğin anlamsızlaşması, yalanın kabul edilebilirliği, aldatmanın sevimliliği. Günümüz dünyasını okumak için mutlak okunmasını tavsiye ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

*

*