Telif Bildirimi ve Kitap Kaldırma İstekleri İçin
Roman Gibi

Kategori: Edebiyat Yazar: Daniel Pennac Yayınevi: Metis Yayınları

Roman Gibi

  • çevirmen: Mustafa Kandemir
  • Yayın Tarihi: 19.02.2021
  • ISBN: 9789753421768
  • Dil: TÜRKÇE
  • Sayfa Sayısı: 152
  • Cilt Tipi: Karton Kapak
  • Kağıt Cinsi: 3. Hm. Kağıt
  • Boyut: 13 x 19.5 cm
Tanıtım Bülteni
Roman Gibi yazarın okuma ile ilgili görüşlerini bir araya getiriyor. Okurken sizi de gülümsetecek. Çünkü ya size karşı yapılmış yanlışları, ya da sizin çocuklarınıza karşı yapmakta olduğunuz yanlışları göreceksiniz. Ama illa "yanlışlar" görecek değilsiniz. Zaten Pennac'ın bir kitap okurunun hakları bildirgesi var:1. Okumama hakkı.2. Sayfa atlama hakkı.3. Bir kitabı bitirmeme hakkı.4. Tekrar okuma hakkı.5. Canının istediğini okuma hakkı.6. Bovarizm hakkı.7. Canının istediği yerde okuma hakkı.8. Çöplenme hakkı.9. Yüksek sesle okuma hakkı.10. Susma hakkı.
Kitap Adı Format Boyut Bağlantı
Roman Gibi PDF 6.31 MB İndir
Roman Gibi EPUB 7.05 MB İndir
Roman Gibi MOBI 5.57 MB İndir
Roman Gibi ODF 5.94 MB İndir
Roman Gibi DJVU 7.42 MB İndir
Roman Gibi RAR 4.82 MB İndir
Roman Gibi ZIP 4.45 MB İndir

Sponsorlu Kitaplar

Satıcı Kitap Adı Bağlantı
BKM Kitap Sessizlik Artık Sensizlik Satın Al
Kitapyurdu Yüreğin Yorgunluk Görmesin Satın Al

Benzer Kitaplar




Kitap Yorumları - (5 Yorum)


Pedagojik işkence aracı olarak kullanılmaması gereken bir metin, Pennac’ın ricası. İlk bölümü kullanılabilir ama insanlık gereği, böyle yapmamak lazım gelir. Evet, Simyacının Doğuşu nam bölümde bir okurun doğuş aşaması anlatılır, belki de ölüm sürecidir, aileden aileye değişir. Anlatıcı ve eşi, çocuklarını hikâyelere boğduktan sonra ne olacağını görmek ister gibiler. Bir yandan betimin televizyon tarafından ele geçirildiği zamanlarda 19. yüzyıl romanlarının rengarenk görselliğinin solma tehlikesi var, hiçbir şey televizyon kadar renkli olamaz ama çocuktan beklenen, belki de çocuğun erginlik ayini olarak televizyonu atlayıp okumaya yönelmesi. Bilirsiniz veya bilmezsiniz, televizyon sadece aptallar içindir. Çöple o kadar doludur ki bir avuç güzelliğin kokusu pis gelir. Bu yüzden sebebi ne olursa olsun -ki bu sebeplerden birkaçını duydum, içimden geçenleri söyleseydim başım derde girerdi ama insanlar için üzülüyorum, bunu söyleyebilirim- televizyon izlememeliyiz. Bu üfürük telkinlerden sonra okumaya dönmeliyiz, her zaman okumaya dönmeliyiz, televizyondan ve telefondan kurtulamıyorsak bile tez zamanda okumaya dönmeliyiz. Okumak değilse başka bir şey. Yaşamımız reklamları ve haberleri izlemek için yeterince boş olmamalı. Aşırı tepki verdiğimi söyleyen arkadaşlarım, üzgünüm, ciddi ciddi televizyon izleyen insandan bir anda soğuyorum, başına vurasım geliyor, o kadar tiksiniyorum televizyondan. Zamanla izleyenden de. Eeh, yeter.
Evet, Roman Gibi çünkü okumanın da -edim süresinin- karakterleri, olay örgüsü, yabancılaştırması, edebi terimlerle karşılanan her türlü uydurmasyon tekniği vardır. Pennac bir okur yaratmayı modeller üzerinden anlatıyor ve ucundan pedagojiye de bulaşıyor tabii, bir de beş yüz yıllık bir türün serüvenini örneklemler yoluyla anlatıyor.
“Okumak fiilinin emir kipine tahammülü yoktur.” (s. 11) Bunu elde tutmalıyız, her şey bunun üzerine inşa edilecek. Anlatıcı, eşini yardımıyla çocuğuna kitap okutturmaya çalışıyor ki bu çalışmayla yapılabilecek bir şey değildir. Sonuçta çocuk uyuyakalıyor veya sayfaların yarısını atlıyor veya başka okumama çabaları sergiliyor. Okuma çabaları da benzer şekilde belirir, çok okuyana karşı çıkılır çünkü göz bozulabilir, sosyal yaşamdan geri kalınabilir, kitap okumanın türlü türlü tehlikeleri var, içlerinden biri her an okuru bulabilir. Annenin ve babanın rehberliği iyidir, çocuk korkmadığı sürece ama bunun da bir dengesi olmalı. Anlatıcı Tolkien’ın rolüne bürünüp çocuğa masallar uyduruyor, sayısız masal. Çocuk masalları seviyor, okumayı da ama okulda verilen ödevler canından bezdiriyor. Zorunluluktan okumak kadar korkunç bir işkence olamaz. Üniversitede bir ders almıştık, iki haftada bitirilen kitabı uzun uzadıya tartışıyorduk. Ben tartışmıyordum açıkçası, sınavdan önceki hafta kitapları arka arkaya bitirip sınava öyle giriyordum. Notlarım iyiydi ama derse hiç katılmadığımdan hocanın dikkatini çekmişti bu durum. Anlatmıştım, bir şey dememişti. Anlamıştı sanırım. Hiçbir şeyi zorunluluktan yapmak istemiyorum, yapamıyorum da. Anlatıdaki çocuk da kompozisyon yazmak zorunda kaldığında benzer şeyler hissediyor, kitap bir türlü bitmek bilmiyor, mürekkep yığınları boğuyor, beyaz sayfalar uçurumlardan düşürüyor, ölüm gibi bir şey oluyor.
Kuşak farkı da nesiller arasındaki okuma serüvenlerini ayrıştıran en önemli etken sayılabilir, televizyonla ilgili birkaç bölüm var, yukarıda özetledim. Söylenen şu: Biz başka zamanların çocuklarıyız, anne ve babalarımız başka zamanların çocukları. Onlar kendi anne babalarına, bizim onlara yakınlığımızdan daha yakınlar. On yıllık bir zaman içinde öyle bir hız kazanıyoruz ki uzaklaşıyoruz, anlaşılmaz hale geliyoruz, geldik. Ayarımız kaçık. Okumuyoruz veya çok okuyoruz, sanırım bir dengemiz yok. Hemen yapıyoruz veya hiç yapmıyoruz. Hemen istiyoruz veya hiç istemiyoruz. Zamanın bir anını değerlendiriyoruz, geri kalanı ilgimizi çekmiyor. Koca koca kitapları okumak için sabrımızı nasıl toplayacağız bu durumda? Metni anlara bölerek ve her anın kendi güzelliği olduğunu düşünerek. Hacmin o kadar da korkutucu bir şey olmadığı ortaya çıkacak. İnsanların okumadığına dair onca konuşmadan sonra emretmenin okuma isteği oluşturmadığı anlaşılacak falan, öğretmen olan Pennac, yaşadığı süreci ve oğlunun davranışlarını incelemeye devam edecek. Devletin kültürel faaliyetler için ayırdığı ödeneğin yetersizliği, evladın ödevlere boğulması, bütün bunların içinde iyi bir okurun konumu. “Damakta kalan bir tat, bir anestezinin sonu, bilince doğru ağır ağır bir yükseliş, kendine dönüş ve söylediklerimizde kendimizi bulamamanın ıstırabı. (…) Eve döndüğümüzü sanırız fakat kendimizedir dönüşümüz.” (s. 23) Çocuğun daha fazla masal istemesi, masalsızlıkla tehdit edilmesi ve okula başlayarak okumayı öğrenmesi, kendi okurluğunu keşfetmesi, kendi ritminde ilerlemesi adım adım ortaya çıkan genişlemeler, bir ruhun büyümesi, babanın gözetiminde. Baba pek dokunmuyor, dokunmamak için kendisini zor tutmasına rağmen.
Bernhard söylüyordu, aileye karşı çıkarsak kendimiz için bir şey yapmış oluruz. Çocuk karşı koyar ve kendi yaşamını bulur. Kafka’yı ve Kafka’nın babasını anıyor anlatıcı, bir de büyüleyici bir masal okuyan çocuğun yatma vakti geldiği için okumayı kesmeyeceğini.
Okumak Gerek (Dogma) bölümünde okumayı engelleyici etkenler üzerinden gidiliyor. Yasaklamalar ve çocukları seksen parçaya bölüp anne babaların isteklerine göre parçaları dağıtmak. Televizyon tamamen yasaklanır, böylece çocukta televizyona karşı bir ilgi gelişir. Çocuk on çeşit kursa gönderilir ve beyni itinayla yakılır. Gitar eğitmenliği yaparken denk gelmiştim, bir anne gitar dersinden sonra judoya, oradan da basketbola gideceklerini söylemişti. Bir günde üç kurs. Çocuk için çok üzülmüştüm, anneyle konuşmaya çalıştım ve kendi isteklerini çocuğa yıkmaması gerektiğini söyledim ama olmadı. Şutlanmamda bu olayın etkisi var sanırım. Neyse, okumak ve okutturmak dogma haline gelir, yanlış üstüne yanlış yapılır ve çocuğun kendi seyrini izlemesine izin verilmez. Daha baştan üstünlük kurma, iktidar mücadelesi. Okuma üzerinden. Dönüşü olmayan bir hata. Anlatıcı kendini de sorgular; okulda verdiği ödevler okuma üzerinedir, çocuklar dikkatlerini okumaya versinler diye onlara sorumluluk yığar. Murat Erşen bir konuşmasında üniversite öğrencilerinin Türkçe bilmediğini söylüyor. Yığın yığın kitapların altından kalkamadıkları için belki, okumaya itildikleri için. Flaubert ne anlatır, mektuplarında yazdıkları bir ödev midir yoksa yaşamaya ve okumaya dair -burada öğrenciler devreye girer ve özümserler veya özümsemezler, onlara kalmış- görüşlerini mi sunar? Yazarların ne dediklerinden çok neyi niçin söyledikleri keşfettirilmeli, hatta zorlamasız, rehberlik yoluyla olmalı bu. Sonraki bölümün konusu. Pennac, Illich’in okulla ilgili görüşlerine benzer argümanlar ortaya koyar, okullar kapitalizmin belirlenimciliği için biçilmiş kaftan olduğu için estetik bir bakış açısı sunmaktan çok iş piyasasını ve at yarışını normalleştirir, sanki tek yol buymuş gibi. Günümüzün okulu, hayal edilen şenlikli toplumun önündeki en büyük engeldir.
Şunu da alayım: “İyi sürdürülen bir okuma kişiyi, kendisi dahil her şeyden kurtarır.” (s. 62)
Korkunç bir biçimde okuyorum ve bunun bir kaçış olduğunu fark ettim. Yaşamımdan kurtulmak istediğim için okuyorum, özellikle sıkıntılı zamanlarda. Sürekli bir tedirginlik halinde yaşıyorum, mutlu olduğum zamanlarda bunun etkisi daha az ama okumak her an, her yerde bütün her şeyden kurtulmamı sağlıyor. Okuyabildiğim sürece yaşam enerjimi kaybetmeyeceğimi düşünüyorum, çalınma tehlikesi zaman zaman beliriyor ama önünde sonunda kurtuluyorum. Her şey geride kalıyor. İlerliyorum. İyiyim. Kendimi bir süre daha taşıyacağım.
“Ve hepsinden önemlisi, ölüme karşı okuruz.” (s. 63)
Eh, bu biraz farklı. Ölüme doğru okuyorum. Yok olacağımı düşünmediğim için, birçok şey canımı sıktığında ölümü ve sonrasını merak ediyorum. Burası tamam, aşağı yukarı böyle bir şey, tamam. Öteyi merak ediyorum asıl.
İdeal öğretmen bahsi. Anlatıcının bir öğretmeni, okula geldiğinde çantasını masaya boca ediyor. On kadar kitap. İçlerinden birini çekip okumaya başlıyor. Kafka, Beckett, Kierkegaard, Çehov, Butor, Proust… Öğrencilerin hiçbir şey almalarına gerek yok, vermelerine de. Sadece dinlesinler, anlatının geri kalanını merak etsinler. Her şey kendiliğinden geliyor; yaramaz denen çocuklar meraklarını dindirmek için okumaya başlıyorlar, okuduklarını derste tartışıyorlar, yeni metinleri keşfediyorlar. Edebiyatın keyfine varıyorlar kısaca. Sınavda da bir yolunu bulan öğretmenin asıl niyeti gerçekleşmiş oluyor böylece.
Bir yeterlilik sınavının hayalini kurar anlatıcı. Bir tanesine katılmıştım, gördüm ve meramını anlatan arkadaşım için üzüldüm. Bir şey yazarsınız, önünüzde üç veya dört kişi oturur, bunlar yüzlerinden profesörlükleri okunan insanlardır, yazdığınız şeyi anlatmanızı isterler. Teorilere boğduğunuz metninizi edebiyattan uzağa atmışsınızdır ama yine de anlatmaya çalışırsınız. Karşı çıkanlar olur, tam olarak neye karşı çıktıklarını da bilmezler, metindeki bakış açısını anlayamazlar. Bu olur. Olmayanı, dördünün birden ayağa kalkıp metinlerin size ne hissettirdiğini sorması. “Alıklar Birliği, Zeno’nun Bilinci, Küskün Kahvenin Türküsü, bize anlatın!” Olması gereken.
Akademinin her şeyinden, her bir parçasından tiksiniyorum. Serbest düşünürlerin egemenliğinin hayalini kuruyorum.
Tam on ikiden vuran bir iki konuyu alıp bitireceğim. Okumaya vaktin olmaması. Okumaya vakit vardır, okuma isteği yoktur. İnsanın kendine yalan söylemesi acı bir şey. Her konuda. Başka, okumanın toplumsal zamanı örgütlemeden çok aşk gibi bir varolma tarzı olması. Bingo! Daha da başka, okumanın anlamını kendinde bulan bir punk öğrencinin dediği: “Bir ceket satın aldığımızda önemli olan, ceplerinin kitap sığacak boyda olmasıdır!” (s. 96)
Ölü Ozanlar Derneği de anılmalı, Keaton benzeri birini bulacaksınız bu metinde.Okumak yani, ağır bastığından. Her okur okur, okuma macerası sürerken yıllar içinde bu metni de mutlaka okur.


Kitap okumayı seviyorsanız bu kitabı mutlaka okuyun


kitapseverlerin okuması gereken bir kitap


Cümlelerin derinliği enfes.Okumayı seven kitaplara aşık biri olarak ben bu kitabı kaç kere okudum kaç cümlenin altını çizdim sayısını hatırlayamam öyle çok sevdim bu kitabı.


Müthiş bir kitabı bitirdim. İnanılmaz eğlenceli, eğlenceli olduğu kadar sizi şöyle bir sarsan ,kendinizi sorgulatan bir kitap. “Mesele okumaya vaktim olup olmadığı değil (kaldı ki bu vakti bana kimse vermez), bir okur olma zevkini kendime tanıyıp tanımamamdır.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

*

*