Albertine Kayıp/Kayıp Zamanın İzinde

Kategori: Edebiyat Yazar: Marcel Proust Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları

Albertine Kayıp/Kayıp Zamanın İzinde

  • çevirmen: Roza Hakmen
  • Yayın Tarihi: 27.09.2019
  • Orijinal Adi: A la recherche du temps perdu
  • ISBN: 9789750803000
  • Dil: TÜRKÇE
  • Sayfa Sayısı: 285
  • Cilt Tipi: Karton Kapak
  • Kağıt Cinsi: 3. Hm. Kağıt
  • Boyut: 13.5 x 21 cm
Tanıtım Bülteni
Marcel Proust’un dev yapıtının altıncı cildi Albertine Kayıp, tam da Mahpus’un bittiği yerden başlıyor: “Mademoiselle Albertine gitti!” Hizmetçi Françoise’ın bu ünleminin yankısı, romanı genişleyen halkalarla kuşatıyor: Andrée’yle yüzleşme, birbirini izleyen telgraflar, Boulogne Ormanı’ndaki sarışın, birbirini yankılayan Combray ve Venedik... Gelgitin ardından, bir gondol gezintisinde ağır ağır açılan yeni ufuklar.  Kayıp Zamanın İzinde hem komik romandır hem trajik roman, hem serüven romanıdır hem şiirsel roman, hem düşlerin romanıdır hem de imgeler romanı...  “‘Mademoiselle Albertine gitti!’ Istırap, insan psikolojisine, psikoloji biliminden çok daha derinlemesine nüfuz eder. Daha bir dakika önce, hislerimi tahlil ederken, Albertine’le son bir kez görüşmeden, bu şekilde ayrılmanın, en çok istediğim şey olduğuna kanaat getirmiş, Albertine’in bana verdiği hazların vasatlığıyla beni mahrum ettiği hazların bolluğunu karşılaştırıp kendimi çok zeki bulmuş, onu artık görmek istemediğim, sevmediğim sonucuna varmıştım. Oysa, ‘Mademoiselle Albertine gitti’ sözleri, kalbime öyle bir acı saplamıştı ki, bu acıya pek uzun süre dayanamayacağımı hissediyordum. Benim nazarımda bir hiç olduğunu zannettiğim şey, demek ki aslında bütün hayatım, her şeyimdi.”
Satıcı Kitap Adı Bağlantı
Trendyol Albertine Kayıp/Kayıp Zamanın İzinde Satın Al
Kitapyurdu Albertine Kayıp/Kayıp Zamanın İzinde Satın Al
D&R Albertine Kayıp/Kayıp Zamanın İzinde Satın Al
Idefix Albertine Kayıp/Kayıp Zamanın İzinde Satın Al
BKM Kitap Albertine Kayıp/Kayıp Zamanın İzinde Satın Al
Hepsiburada Albertine Kayıp/Kayıp Zamanın İzinde Satın Al
Gittigidiyor Albertine Kayıp/Kayıp Zamanın İzinde Satın Al
N11 Albertine Kayıp/Kayıp Zamanın İzinde Satın Al
Amazon Türkiye Albertine Kayıp/Kayıp Zamanın İzinde Satın Al
Kitap Adı Format Boyut Bağlantı
Albertine Kayıp/Kayıp Zamanın İzinde PDF 11.83 MB İndir
Albertine Kayıp/Kayıp Zamanın İzinde EPUB 13.22 MB İndir
Albertine Kayıp/Kayıp Zamanın İzinde MOBİ 10.44 MB İndir
Albertine Kayıp/Kayıp Zamanın İzinde ODF 11.13 MB İndir
Albertine Kayıp/Kayıp Zamanın İzinde DJVU 13.92 MB İndir
Albertine Kayıp/Kayıp Zamanın İzinde RAR 9.05 MB İndir
Albertine Kayıp/Kayıp Zamanın İzinde ZIP 8.35 MB İndir

Sponsorlu Kitaplar

Satıcı Kitap Adı Bağlantı
BKM Kitap Sessizlik Artık Sensizlik Satın Al
Kitapyurdu Yüreğin Yorgunluk Görmesin Satın Al

Kitap Yorumları - (5 Yorum)


Dört bölüm, ilk bölümde Albertine’in bavullarını toplayıp gitmesiyle geride bıraktığı boşluğu doldurmaya çalışan anlatıcının geçmiş-gelecek-aşk üçgeninde kendini kurasıya çektiği acıyı görüyoruz. Albertine’i türlü oyunla elinde tutmaya çalışan, hatta kadına tam anlamıyla sahip olmaya çalışan bir adamın diğer metinlerindeki sarmal anlatısı bu kez Albertine’in, sancıyla dolu bir şekilde sevilen bir kadının yaşamı nasıl biçimlendirdiğini gösteriyor. Uyanışlar, uykular, rüyalar, nesneler, sokaklar, insanlar, her şey Albertine’in yokluğunda tekrar bir araya geliyor ve bu kez bambaşka yüzlerle ortaya çıkıyorlar; her bir buhran yaşamın parçalarını tekrar yorumluyor ve farklı şekillerde birleşmelerini sağlıyor. Denebilir ki anlatıcının incelediği nesnenin -eşya, insan, her neyse- değişiminde o âna kadar anlattığı ne varsa değişen bakış açısıyla bambaşka bir biçimde belirir, zamanın akışında hiçbir şey aynı kalmaz, dostluklar bile ortadan kaybolur ki anlatıcının çok önem verdiği bir meseledir bu. Saint-Loup’un Rachel’den ayrıldıktan sonra -belki de önce, hatırlamıyorum ve uyduruyor olabilirim- erkeklere ilgi duymaya başlaması ve anlatıcıdan giderek uzaklaşması anlatıcının kalbini kırıyor, oysa Albertine’in gidişinden sonra Saint-Loup bir elçi olarak seçilmiş, Albertine’in yaşadığı muhitin civarına sefer yapmak üzere görevlendirilmişti. Anlatıcının has arkadaşıydı, Albertine’e yakalandığı zaman anlatıcı tarafından paylansa bile. İnsanlar gelip geçiyor, anlatıcı bunun farkında ve insanları kaybolmalarından önce bir noktaya sabitlemeye çalışıyor, her biri için yeri var, parlak hafızasının sivri köşelerini ayrıntılara indikçe perdahlayıp yer açıyor, alan yaratıyor.
Bir daha böyle bir şey okuyamayacağım sanırım, sona yaklaştıkça daha ağır okumak istiyorum ama olmuyor, her seferinde üç sayfa daha, beş sayfa daha okurken buluyorum kendimi. Proust’a yakın, eh, Knausgaard var ama, yok, onda bu tadın yoğunluğu yok. Knausgaard’la bir kıyaslamaya girişirsem Proust sırf zamanın algılanışını irdelediği bölümlerle bile üstünlük sağlıyor, haksız bir rekabet olur. Yola çıkışlarındaki niyetin farklılığı da çok bariz; ikisinde de yetkin bir eser ortaya koyabilmenin çabası görülebiliyor ama Knausgaard öncesinde birkaç metnini yayımlatabilmiş zaten, başka kaygıları var, örneğin babasıyla olan meselesini en ince ayrıntısına kadar, babasının ölümünden sonrasını da ele alarak anlatıyor, baba probleminin yanında ailenin diğer üyeleriyle girdiği etkileşimleri de uzun uzun anlatıyor, daha “anlatımcı” bir şekilde. Proust’a bakarsak iç içe geçmiş meseleleri makul, kesin bir şekilde ayırabilmek zor. Hikâyenin en civcivli anında suya sıkılmış portakalı insanlarla olan ilişkilerinin tadına benzetmekten işi bambaşka bir yere götürebiliyor, uyandığı odanın duvarlarına yansıyan gölgelerden geçmişini anımsayıp geleceğine dair çıkarımlarda bulunabiliyor ki “geleceğe taşan bir geçmiş” tabiri yaşama dair, dolayısıyla zamana dair algılama biçimlerinden sadece biri. Proust yaşamını sayısız ögeyle “icat ediyor” diyorum, bunu da Sedat Demir’in önerisiyle okumaya başladığım Bizi “Biz” Yapan Hikâyeler’den çarparak söylüyorum. Hikâyelerin bireyi oluşturma aşamalarından bahsediliyor metinde, Proust’un ne yapmaya çalıştığını anlayabilmek konusunda çokça yardımı dokundu. Daha doğrusu bir hikâyenin Proust’un anlattığı gibi anlatılmasının arkasındaki itkileri daha iyi görebildim. Sanırım. Sonuçta bilginin açtığı bakış açıları bir yana, Proust’un bulduğu şeyleri bir araya getirme şeklinden büyülendim. Bitecek diye üzülüyorum, sanırım son cildi bir süre okumayacağım. Belki on beş günlük tatile kadar. Hatta tam doğum günümde, 24 Ocak’ta bitirsem manası çok derin olur. Saksıya fesleğen gibi oturturum anlamı da çıkar.
Ne oluyor, Albertine gidiyor başta. Anlatıcı bu gidişin ardından yaşamını değiştirip değiştiremeyeceğine dair uzunca bir sorgulamaya girişiyor; Albertine’i geri getirebileceğini düşünüyor, kendi düşüncesindeki gelecekte bu ihtimal var ama geleceği belirleyen onca etkenin varlığı yaşamı istediği gibi biçimlendirememesinden korkmasına yol açıyor. Tipik bir determinizm incelemesi yok; mektuplar, anılar, insanlar işin içine giriyor ve seyir değiştirilmeye çalışılıyor. Yorucu bir çaba. “Zaten bu yeni yürek daralmasının çağrısıyla, çocukluğumdan beri yaşadığım bütün kaygılar hemen koşup gelmiş, onu pekiştirmiş, onunla bütünleşip beni boğan bir kütle oluşturmuştu.” (s. 2506) Saint-Loup’nun yakalanmasından bahsetmiştim, Françoise’ın mutluluğu anlatıcının canını yakıyor ama bu vefalı uşak, yanında çalıştığı ailenin çıkarlarını düşündüğü için anlatıcı pek de kızamıyor ona. İş öyle bir boyutta ki anlatıcı büyükannesinden kalan mirasın beşte dördünü Albertine için harcadığını Françoise olmasa fark etmeyecek, gözü hiçbir şey görmez durumda. Serinin belki de en içe dönük cildi bu; anlatıcının dünyasını müthiş bir berraklıkla izleyebiliyoruz. Daha çok değişimler üzerine kafa patlatıyor, birkaç parçayı buraya alayım. Sevilen bir kadının kıskançlık duygusuyla kazandığı niteliklerin gerçekliğinden emin olup olmama konusunda hayal gücüyle kendisine anlatılanlar arasında kalıyor anlatıcı; örneğin Albertine’in yakın bir arkadaşının bir nevi itirafnamesi sayılabilecek bir konuşmada şüphelendiği pek çok şeyin doğru olduğunu görüyor anlatıcı, önceki ciltte gördüğümüz bazı olayların iç yüzünü öğreniyor ve geçmişi baştan kurmak zorunda kalıyor, bu sefer yeni bilgilerin ışığında bambaşka bir geçmiş, bambaşka bir Albertine ve bambaşka bir kendilik doğuyor. Bütün hikâyenin baştan düzenlenmesi demek bu; birlikte gidilen yerlerin uyandırdığı duygular, Albertine’in davranışları, yakınlaştığı insanların tavırları yeni bir gözle değerlendirilince yaşanılan hayatların aslında pek de göründüğü, hissedildiği gibi yaşanmadığı fark ediliyor. Bu bir yana, koşulların yol açtığı yeniden kurma aşamasında farklı detayların varlığını ilk kez görüyoruz; örneğin anlatıcının metreslerinden haberdar değildim, belki de kaçırmıştım, bilmiyorum ama adamın metresleri var. Kesin bilgi. Gilberte’ten vazgeçtiği gibi Albertine’den vazgeçemeyeceğini de görüyoruz. Başka ne görüyoruz, acının bir hikâyeyi biçimlemede en etkili öge olduğu malum. Acı bizi olabilme ihtimalimizin olduğu birine dönüştürür. Bu dönüşmeyi kendi imgelemimde rüzgarın uğultusuna benzetiyorum. Aslında havanın durağanlığında sesin yayılması için gerekli fiziki ortam vardır haliyle ama akım oluşmadığı müddetçe ses de oluşmaz. Ses oluştuğunda o havayı bir daha aynı biçimde bulamayız, rüzgar bir sürü şeyi peşinde getirir. Rüzgar her estiğinde bir başkası olduğumu düşünürüm. Yüküm başkaları olan benler tarafından paylaşılır, ağırlığı onların arasında dağıtırım. Müthiş bir hafifleme. Sahile bu yüzden de gidiyorum, denizin hareketiyle birlikte havanın hareketi de yolları açılabilecek başka benleri imler. Sanırım kim olduğumu bilmek istemediğim, kimliğimin ayrımına varmaktan kurtulmak istediğim zamanlarda yapıyorum bunu. Proust’a bakıyorum, acısını aynı amaç için kullanıyor, her ne kadar bunun doğal bir süreç olduğunu söylese de zamanın bölümlenmesini ve kişiliklerinin oluşumunu çatı olarak kullandığı düşüncelerinin altında gerçekleştiriyor. Bir nevi kendini laboratuvar ortamına sokuyor Proust, öyle bir inceleme yoğunluğu var ki Albertine’in öldüğünü anlatan mektubu aldığında yıkılacağını, belki intihara sürükleneceğini düşünüyoruz ama böyle bir şey olmuyor, bu kez ölümün acısını incelemeye başlıyor. Kendine yabancılaşmanın, depersonalizasyon denen nanenin âlâsı var burada.
Diğer bölümlerde Albertine’siz gitmeyeceğini düşündüğü Venedik’e gidiyor anlatıcı, annesiyle birlikte. Kanalların arasında dolanırken küllenmeye başlayan acısını, Albertine’i unutma sürecini ve başka kadınlara duymaya başlayacağı ilgiyi düşünüyor. Sosyeteye dair çok az şey var, kendine dönüşün sonucu olarak parıltılı dünyayı pek anlatmıyor adam, son bölümlerde Saint-Loup’un Gilberte’le evleneceğini duymasıyla başlayan soyluluk hiyerarşisinin sorgulanması bölümünde yine gıybete doyarız, aristokrasinin ikiyüzlülüğünü ve ahlaksızlığını görürüz. Önceki ciltlerde, anlatıcı gençken bu dünyaya duyduğu hayranlıktan başka pek bir şey hissetmezdik, o dünyaya ait olduğunu detayları anımsamasındaki kusursuzluktan çıkarabilirdik ama burada hayranlık parıldamıyor artık, bayağılığın ayyuka çıktığı zamanlarda soylular zayıflıklarıyla ele alınıyor. Gilberte ortaya çıkıyor bir de; anlatıcının karşılaştığı ve çok hoşlandığı kızlardan biri Gilberte, yıllardan sonra tekrar piyasaya çıkıyor ve anlatıcıyla konuştukları zaman bir de ikisinin tarihinin biçimlendirilmesiyle karşı karşıya kalıyoruz. En şaşırtıcı kısım bu değil, Albertine’den gelen mektup şok etkisi yaratıyor. Ölmemiş, geri dönmek istiyormuş ama anlatıcının içindeki aşk çoktan ölmüş olduğu için adam kadını istemiyor artık. Yine herhangi bir şaşkınlık, duygusal bir patlama yok. Adam gayet soğukkanlılıkla anlatıyor hissettiklerini.
Serinin -şahsımca- en keyifli, psikolojik tahlilleri en ağırlıklı cildi buydu. Bir süre ara veriyorum, başka şeyler okuyorum ve Proust’u hayranlıkla anıyorum.


batı edebiyatının ve modernleşmeci 20. yüzyılın tipik karakterine bir başkaldırı niyetiyle ortaya çıktığını düşündüğüm tuhaf masalsı bir kitap. biraz da doğuyu andırıyor tarzıyla


Güzel bir kitap salim kafayla okunması gerekiyor.


konusu ilgimi çekmişti ama anlatımını pek sevemedim.


Okuması bir hayli zor ancak bir o kadar keyifli bir romandı. Bakış açınızı ve aşk, ayrılık, arkadaşlık ve kavuşma konularında sizleri farklı duygular içerisine sokarak bambaşka bakış açıları kazandırabileceğine inandığım bir eser.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

*

*