Biz Hep Şatoda Yaşadık

Kategori: Edebiyat Yazar: Shirley Jackson Yayınevi: Siren Yayınları

Biz Hep Şatoda Yaşadık

Tanıtım Bülteni
Dünyadan gizlenerek yaşayan iki kız kardeş ve gölgesini geçmişten bugüne, onların üzerine düşüren gizemli bir olay... Usta yazar Shirley Jackson, bu kısa ve mücevher misali pırıl pırıl romanda ters köşelerle örülü bir öykü anlatıyor, okura tuzaklar ve yanılsamalarla dolu bir zemin sunuyor. Biz Hep Şatoda Yaşadık, inişleri ve çıkışları, anlatımdaki mahir sıçrayışlarıyla Shirley Jackson’ın dehasını ortaya koyuyor; üstelik karşılaşacağınız en tuhaf ve cazip roman kahramanlarından biriyle, Merricat ile tanışmanızı sağlıyor. Merricat, onu mahvedecek hakikatlerin karşısında hayallerinin sayesinde dimdik duruyor, ne ki bazı hayaller, kabuslarla koyun koyuna uyuyor. Bugün Stephen King’den Neil Gaiman’a değin pek çok çağdaş yazarın ilham kaynakları arasında andığı Shirley Jackson, Amerikan Gotiği’nin klasiklerinden sayılan Biz Hep Şatoda Yaşadık ile anlatıcı olarak ustalığını gözler önüne seriyor ve kız kardeşliğe dair unutulmayacak bir metne imza atıyor. Doğada hiçbir şey yoktan var olmuyor ve sarayların enkaza, hayallerin hezeyana dönmesi için bir an yetiyor; geriye kala kala biraz toz, belki biraz da kül kalıyor. En ölümcül zehirler, tıpkı en kuvvetli tılsımlar gibi insan yüreğinde büyüyor ve hiçbir yer, ama hiçbir yer insanın evi gibi olmuyor. 
Kitap Adı Format Boyut Bağlantı
Biz Hep Şatoda Yaşadık PDF 6.23 MB İndir
Biz Hep Şatoda Yaşadık EPUB 6.96 MB İndir
Biz Hep Şatoda Yaşadık MOBİ 5.49 MB İndir
Biz Hep Şatoda Yaşadık ODF 5.86 MB İndir
Biz Hep Şatoda Yaşadık DJVU 7.32 MB İndir
Biz Hep Şatoda Yaşadık RAR 4.76 MB İndir
Biz Hep Şatoda Yaşadık ZIP 4.39 MB İndir

Sponsorlu Kitaplar

Satıcı Kitap Adı Bağlantı
BKM Kitap Sessizlik Artık Sensizlik Satın Al
Kitapyurdu Yüreğin Yorgunluk Görmesin Satın Al

Kitap Yorumları - (5 Yorum)


Tepedeki Ev, evin tersoluğunun yol açtığı cinneti anlatıyordu. Bize göre nesnelerin ideal boyutları, bastığımız zeminin eğimi ve buna benzer şeyler beynimizdeki şablonlarda mevcuttur, beyin düzenleyici ve sıralayıcıdır, yani kapılarının aynı boyutta olmadığı, eğimli vs. bir evde yaşamak delirtici olabilir. Zaman algısının belirli bir şema içinde kalması da öyle, bunun ince ayarı için uyku gerekiyor mesela. Neyse, Jackson bu tür bir aracıya başvurmadan, evi farklı bir şekilde ele alarak ötekiyle olan münasebetleri inceliyor. Dışarıda olanla içeride kalanlar arasında bir uyuşmazlık mevcut ama asıl olay içeride, şatoda.
Marry Katherine Blackwood’un anlatıcılığıyla ilerliyoruz. Yazarın kastını daha ilk cümleden çıkartamıyorum ama ad, soyad ve yaş verip karakterin ablasıyla birlikte yaşadığını, ailesindeki diğer herkesin öldüğünü ve hemen ardından Julian Amca’nın pek hoş hallerini anlattırmasıyla birlikte güvenilmez -ya da bir ölçüde güvenilir- anlatıcı karşısında okur olarak pozisyon alıyoruz. Niyetimiz tongaya düşmemek zira çok ilginç şeyler olacak gibi gözüküyor. Merricat aynı zamanda köygöçüren mantarını da çok seviyor, bunu durduk yere söylemez deyip atıyoruz hafızaya. Bir de ablasıyla birlikte yaşıyorsa ve ailedeki diğer herkes öldüyse Julian Amca ne iş, onu da bir köşeye koyuyoruz.
Otoyolla kasaba arasında bir yerde, malikanede yaşıyorlar. Dış dünyayla mesken arasında, arada kalmış bir konum. Sembolik. Kasabadan çıkmak için malikanenin önünden geçmek zorunlu, başka yol yok. Önceleri bahçeden bir kestirme yol varmış ama Merricat’in babası yolu kapamış.
Merricat salıları kasabaya iniyor, alışveriş yapıyor ve temkinli bakışları görmezden geliyor. Stella’nın mekanında bir kahve içiyor, etrafta kimse yoksa tabii. Stella ablasının da sağlığını sorduktan sonra, “Ya o?” diye ekliyor. O? Amcada ne gibi bir problem var acaba, bu aile niye böylesi yalıtılmış? Sonra bir kerkenez gelip Merricat’le dalga geçiyor, Blackwood ailesinin katli için söylenen bir şarkıyı söylüyor. Kız herkesin ölmesini isteyerek kaçar gibi uzaklaşıyor oradan. Bilgiler çoğalıyor; elde bir katliam var ve şarkının içeriğine bakarsak Merricat’in ablası Constance’ın aileyi zehirlediğini öğreniyoruz. Adım adım ilerliyoruz, elimizdeki bilgiler şimdilik bu kadar. Bir tek şey kafa kurcalıyor, o da kasabanın köklü ailelerinden sınıf farkından ötürü nefret edilmesinin dışında Blackwoodların sevilmemesinin sebebi ne olabilir, babanın yolu kapatması mı sadece? Zehirlenme olaylarının dışında bir şeyler mi var, mesela kasabalılar kızları cadı olarak mı görüyor? Kasabalıları çocuk despotlara dönüştüren bu öfkenin sebebi nedir? Bilmiyoruz. Korkuyorlar, Blackwoodlara süt götüren adam bile o evle irtibatı koparıyor.
Ev yaşamları herkesin görebileceği ön cephede değil, bahçeye açılan arka cephede sürer. Julian Amca, zehirlenme olayıyla ilgili hatırladıklarını kağıtlara döker, araştırmasının tamamlanması ve basılması için hatırlaması gereken çok şey vardır. Postayı ve telefonu iptal ettirmelerinden sonra dışarıdan pek az tanıdıkla irtibat kurarlar, onlar da haftanın belirli günlerinde gelen eski dostlardır. Amca, Constance ve Merricat’in hatırladıklarıyla yetinir. Üzerlerine çöreklenen suçluluk psikolojisi zehirlenme olayından çok öncesine dayanır gibi gözüküyor, ailenin tarihinin büyük bir kısmını kapsar bu. Merricat, arabayla kovalandığını ve kasabalıların sonsuz alaylarına katlandığını hayal edip nefretini büyütür, suçluluğunu da. Kuşlar bile saldırgandır, evin ötesi bir cehennemdir. İlerledikçe Constance’ın şekerle siyanür arasında bir ilişki kurduğunu, aile üyelerinin ölümünden bu olayın sorumlu olduğunu, Constance’ın kasıtlı bir suç işlememesinden ötürü yırttığını ve o facia zamanlarında Merricat’in yurtta kaldığını öğreniyoruz. Tekrar bir araya gelmeleri çok sancılı olduğundan ve birbirlerini çok sevmelerinden ötürü kolay kolay ayrılmayacaklar, belli.
Üçünün ilişkisi ilginç, Merricat Julian Amca’ya karşı sürekli merhametli davranması gerektiğini hatırlatıyor kendine. Jonas nam kedisini bir dördüncü kişi olarak görüyor, Ay’a gidip orada rahat edebileceğini düşünüyor, bir sürü şey. Üçünün de gerçeklikten koparıp müstakil hale getirdikleri dünyaları var ve ara ara bu dünyaya kaçıyorlar, diyalogların mantıklı bir örüntüye sahip olmaması, kelimelerin anlamlarından kopması bu yüzden. “Şapşal Merricat,” diyor Constance, sürekli. Deliliğin kardeşçesi mi? Merricat’in evi korusun diye astığı nesnelerin yanında gömdüğü paralar da deli olduğunu mu gösterir? Deliliğin toplumsal bir anlam taşıdığını düşünüyorum, aile içinde doğal davranışlardan bir farkı yok.
Charles. Yıllar sonra kuzenlerden biri ortaya çıkıyor, misafir olarak kabul ediliyor. Charles’ı sağlıklı bir toplumun sağlıklı üyesi olarak tanısaydık ve aileyle arasında çıkacak muhtemel çatışmaları görseydik belki daha etkileyici bir rolü olabilirdi, biz sadece paragöz ve mermer kafalı bir adam olarak bileceğiz kendisini. Detaylara girmeyeyim, ailenin delilerden oluştuğunu anlar anlamaz evde yangın çıkıyor, Merricat sağ olsun. Kız, Charles’ın despot tavrından nefret ediyor, Julian Amca da öyle. Charles’a göre Merricat’in akıl hastanesine, Julian Amca’nın da huzurevine gönderilmesi lazım, Constance da normal yaşama dönmeli. Burası yine garip; kardeşiyle amcası kızın zaten evden çıkmasını, sosyalleşmesini istiyorlar ama Constance böyle bir şey yapmak istemiyor. Bunun yanında Charlie’ye hak veriyor ve hayatını heba ettiğini söyleyip ailesine kötü davranmaya başlıyor. Yangından sonra yine eskisi gibi hissediyor bu sefer, Charlie’nin gidişiyle eski haline dönüyor. Bu dönüşüm çok keskin ama ailenin en aklı başında gözüken bireyinin nasıl bir deliliğin içinde yaşadığını bilemeyeceğimizden belki de normaldir, kurguya halel getirmez.
Evin üst katları yandı, kasabadan gelenler yangını söndürdü ve bir cinnete kapı araladılar; evi basıp içeride ne var ne yok kırdılar, döktüler, bizim kızları ortaya alıp dalga geçtiler. Aile dostları bu çılgınlığın orta yerinde çaresiz kaldılar, nihayet Julian Amca’nın ölümüyle kalabalık dağıldı. Sonrası toparlanma süreci. Dostlar yüzlerine açılmayan kapılar yüzünden gelmeyi bıraktı, iki kardeş yine çok mutlu mesut, yaşamaya devam ettiler. İnsan öyle engin ki delilikle mutlu olabilir, en azından kendilerine ait, dışarıdan gelen bir şey, bir tehlike değil. “İçeride Charles olunca bahçe bile yabancı bir manzaraya dönüşmüştü.” (s. 102)
Başa dönüyorum, Merricat’in Julian Amca’yı bir hayalet olarak gördüğünü düşündüm, arada hayaletlerin varlığından bahsetmesi buna yorulabilirdi, doğruymuş. Bomba şu ki dördü yemek yerken Charles’ın keçileri kaçırmak üzere olduğu bölümde Julian Amca, Merricat’in yurtta öldüğünü söylüyor ve Charles boş boş bakıyor. Merricat tam karşısında. Ailede kimin yaşayıp kimin hayalet olduğunu anlamak mümkün ama karakterlerin davranışları bu konuyu muğlaklaştırıyor, zaten tekinsizliğe yol açan noktalardan biri bu. Diğeri gotik ortam. Diğeri ötekinin düşmanlığı. Diğeri aileye bağlı olmamız, aileye her koşulda bağlı olmamız, gerekirse aileyle birlikte batmamız.
Shirley Jackson içimizdeki kuyuyu biliyor. Bir göz atmak isteyebilirsiniz ama uzun süre bakmayın.


muhteşem ve rahatsız edici bir hikaye. gerçek gerilim arayanlar buraya.


Tarzı güzel, ilginç buldum ve severek okudum.


Biraz yaş ortalaması 10-15 yaş olan ve bana çok basit gelen bir kitaptı. Edebi yön arayanlar boş yere okumasın zaman kaybı olur. Filmini de seyrettim çok sığdı.


Gotik tarz sevenler icin cerezlik okunabilir..Aşırı sürukleyiciydi diyemem..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

*

*