Pek çok kimseye göre Joseph Arthur de Gobineau, ırkçılığın babası hatta peygamberi. Bin Bir Gece Masalları başta olmak üzere, Türk, Arap ve Fars masallarını okuyarak büyüyen, Oryantalist olmaktan başka bir hayali bulunmayan Gobineau, henüz 19 yaşında iken yazar olabilmek için parasız pulsuz bir şekilde Paris’e taşınmayı bile göze alacak kadar cesur bir kalem. Dönemin ünlü simalarından Alexis de Tocqueville 1849 yılında dışişleri bakanı tayin edilince, Gobineau’yu özel kalem müdürü (chef de cabinet) olarak atadı ve neredeyse otuz yıl sürecek diplomatlık kariyeri bu şekilde başladı. Fransız düşünür, XIX. yüzyılın ortalarında kaleme aldığı İnsan Irklarının Eşitsizliği isimli eseriyle hem çağdaşları hem de kendisinden sonrakiler arasında çok ciddi tartışmalara yol açtı. Hâlâ en büyük sorunlarından biri olarak insanlığın karşısında duran ve neredeyse dünyanın her yerinde güncelliğini koruyan ırk meselesiyle ilgili tartışmalarda, bugün bile Gobineau’nun düşünceleri tayin edici bir rol oynamaya devam ediyor. Büyük bir soğukkanlılıkla, her türlü kökleşmiş düşünce kalıplarını ve kadim gelenekleri yıkarcasına fikirlerini serdeden düşünür, pek çok kimsenin duymak istemediği, kendisine sormaktan sakındığı ve hatta iğrenç bulduğu soruları pervasızca ele alır: İnsan ırkları arasında ciddi ve nihaî değer farkları var mıdır ve bu farklılıkları kesin olarak belirlemek mümkün müdür? İnsan ırkları güç, zekâ ve güzellik bakımından eşit midir? Siyahîler bir insan ırkı olarak yaşadıkları sürece ilerleme imkânları bulunmayan iptidaî varlıklar mıdır? Irklar arasında özgün, belirgin ve köklü bir eşitsizlik mevcut mudur? Her ırk atalarının diline sadakat gösterme kudretine sahip midir? Gobineau, ırkların gözlemlenebilir fenomenler olmadığının tamamen bilincinde olmasına rağmen ırkçı bir doktrine sahipti. Esasen Yahudi düşmanı olmamasına rağmen fikirleri Adolf Hitler (1889-1945) ve Nazileri doğrudan etkiledi. 1853 yılı gibi erken bir tarihte yazılan bu kitap, onun itikadının temellerini, medeniyetin ilk koşulu olarak ırk ve aristokrasiye olan inancını, çevresel koşulların etkisine inanmamayı ve din ile ahlâkın tesirine itimat etmemeyi vazediyor. Türkçeye ilk kez Serkan Acar tarafından çevrilen kitap, yalnızca modern Avrupa’nın siyasi ve kültürel sınırlarının belirginleşmesinde etkili olmuş bir filozofun ırklarla ilgili düşüncelerini değil, aristokrat Avrupalının dünyanın geri kalanına hangi gözle baktığını göstermesi bakımından da büyük önem taşıyor. Sömürgeleştirici zihniyetin düşünce yapısı anlaşılmadan, “Beyaz Avrupalı”nın dünyanın geri kalanında giriştiği acımasız katliamları ve yüzyıllardır süren tahakkümünü anlamak da imkânsız.
Avrupa, aydınlanmayla birlikte birçok fikir akımının merkezi haline gelir. Özellikle hümanizma fikrinin hız kazanmasıyla birlikte insanı ön plana çıkaran, insanın sosyal sorunlarına derman olmak isteyen fikir adamları düşüncelerini serdederler. Hümanizmanın etkisiyle insanlar arasındaki eşitsizlikler de fikir adamlarının dikkatini çeker. Hatta J.J. Rousseau bu eşitsizliklerin kaynakları üzerine bir kitap yazar. Rousseau’ya göre bir insan kendini yeterince tanıyorsa eşitsizliğin kaynağını fark eder. Yani eşitsizliğin kaynağı Rousseau’ya göre insan ve insanın faaliyetleridir. İnsanlar tarafından yaratılmış maddi ve manevi eşitsizlikler sosyal sorunlara neden olur. Sonuç olarak eşitsizlik doğanın meydana getirdiği cinsiyet, yaş, zekâ, sağlık vb. değilse; sonradan ortaya çıkar.
19. yüzyılın ortalarında ise eşitsizliğin kazanılmış hali değil de doğal halinin altı irdelenmeye başlanır. Yani deyim yerindeyse bazılarının ırkî genleri sayesinde doğuştan eşit olmadığı fikri ortaya çıkar. Fikrin babası 1816 yılında dünyaya gelen Fransız düşünür Joseph Arthur de Gobineau’dur. Geliştirdiği ırkçı teoriyi tez şeklinde sunan Gobineau, “İnsan Irklarının Eşitsizliği” isimli bahsedilen kitap sayesinde Avrupa’da isminden söz ettirir. Hatta kendisiyle çağdaş ya da sonra yaşamış birçok fikir adamını etkileyen Gobineau bu da yetmezmiş gibi Nazilerin ırkçı fikirlerine kaynaklık eder.
Tabiî Gobineau’nun fikirleri aniden ortaya çıkmaz. Öncelikle aristokrat bir aileye mensup olması, üst düzey bir diplomat olarak ülkesi namına uzun seyahatler yapması, onun fikirlerinin olgunlaşmasına neden olur. İlk aşamada kullandığı gözlemleri kaba tespitlerle şekillense de tezini bilimsel bir tabana oturtma gayreti yazdıklarından kolaylıkla anlaşılır. Öncelikle ırkların ve farklı milletlerin kültürel özellikleri Gobineau’nun dikkatini çeker. Zira Avrupalılar 19. yüzyılda Doğuya hiç olmadığı ölçüde ilgi gösterir ve Oryantalist akım bilim dünyasında kendisini gösterir. Gobineau da Oryantalizmin etkisiyle Doğuyu tanırken ırkî nazariyesini kültürel öğelerden yola çıkarak konumlandırır. Irkın ve kültürün farklı havzalardan beslendiği düşünülürse ırkın gözlem üstü bir tahlile muhtaç olduğu tahmin edilir. Fakat günümüzdeki genetik çalışmalarının ortaya çıkardığı güçlü teamüllerden kolayca anlaşılabileceği gibi ırk, sathi değerlendirmelerle tespiti yapılacak kadar basit bir mevzu değildir. Üstelik ırkın komplike ve kolay anlaşılmaz hali Gobineau’nun yaşadığı dönem için bile savunulabilir. Belki Gobineau da bunun farkındadır. Ama Beyaz ve Fransız olmanın ayrıcalığını keşfetme çabası içerisindedir.
Gobineau’nun ırkî kimliği önceleyen fikirleri beyazların üstünlüğünü savunanların ve kölelik yanlılarının dikkatini çeker. Özellikle ırkî karışım sayesinde ortaya çıkan -genlerdeki bozulmaya bağlı olan- soysuzlaşmayı eserindeki tezlerinin merkezine yerleştirir. Yani üstün Batı ırkları Doğu ile karışan genleri sayesinde saflıklarını yitirir ve dejenere olurlar. Bunun aksine Doğu ırkları Batılı genlerin sayesinde medeniyette merhale kat ederler. Gobineau’nun bu fikirleri, kendisini ırkçılığın peygamberi olarak anılmasına neden olurken, medeniyet ve kültüre farklı bir kaynak arayışını da gösterir. Zaten Gobineau’nun, eserini, medeniyetin ve yüksek kültürün temelindeki ırkî faktörlerin etkisini göstermek kastıyla yazmış olduğu rahatlıkla savunulabilir.
Gobineau, fikirlerini serdederken etimoloji, tarih, antropoloji, folklor vb. ilimlere sık sık başvurur. Tezini temellendireceği devrinin önemli kaynaklarına müracaat eder. Doğu kaynaklarına yabancı olmadığı yazdıklarından kolaylıkla anlaşılır. Ama Batılı bakış açısıyla yazmasından mütevellit olacak ki Batıya yani kendince güçlü olan ırklara dair bilgileri daha fazla detaylandırır. İlk aşamada beyaz ırkı analiz eder, elde ettiği bulgularla Batılıların Doğululara karşı üstünlüklerini karşılaştırmalı kanıtlamaya gayret gösterir. Tabiî bu noktada tarihi verilere fazlasıyla müracaat ettiği dikkatten kaçmaz. Kendi deyimiyle:” İnsanın genel özellikleri hakkında akıl ve mantık ilkelerine uygun biçimde karar verebilecek bir tek mahkeme vardır; o da amansız yargıç olan tarihtir (s.23).” Oysa ki tarihi bilgilerdeki zenginlik düşünüldüğünde en basit fikirlere bile dayanak olabilecek binlerce veri bulunması ihtimal dahilindedir.
Yazar tarihi bilginin aktarımı yönünde sadece fikirlerine dayanak sağlayacağına inandığı bilgileri kullanmış; aksini anlatan tarihi olay ve olguları es geçmiştir. Bu nedenle fikirlerdeki gevşek zemin ilk bakışta göze çarpar. Fakat bununla beraber klasik Orta Çağ düşüncesini tanımlayan günümüz için çağ dışı denebilecek fikirleri de çürütmeye gayret gösteren Gobineau, bilimsel olmayan teziyle düşüncesindeki skolastik zihniyetin izlerini silmeye çalışır. Misal medeniyetlerin yok olmasını ırkî sebeplere bağlarken ulusların çöküşünü kadınsı davranışlara bağlayan Orta Çağ teorisini yıkmak ister.
Döneminde devletlerin ve milletlerin yok olmasının sebeplerine ilgi gösteren Gobineau, ilk aşamada olası sebepleri tarihten örneklerle elemine eder. 16 bölüm halinde şekillenen eserin her bir bölümünde ortaya sürülen yeni bir fikre ve buna ilişkin teze rastlanırken bazen karşıt fikrin çözülmesi için çaba sarf edildiği dikkatten kaçmaz. Bu aşamada uzun bölüm başlıkları her biri ayrı bir kitabın konusu olacak derecede fikri münakaşalara sebebiyet verecek kadar derindir.
Tabiî ırkçılık söz konusu olunca “kafatasçılık” teriminin de anıldığı bilinen bir gerçektir. Gobineau, eserine bilimsel bir hava katmak için kafatası ölçümlerini ve bununla ilgili antropolojik verileri satırlarına taşır. 19. yüzyıl düşünüldüğünde fazlasıyla ehemmiyet verilmiş bu çalışmaları görmek okur için fazlasıyla şaşırtıcıdır. Misal kendisiyle çağdaş olan bilim adamları tarafından yapılan kafatası deneylerine eserde yer verilir. Günümüz için çağdışı denilebilecek bu deneylerle Gobineau, fikrine dayanak oluşturmak ister.
Gobineau’nun Türklerle ilgili fikirleri de ilginçtir. Türk ırkını Fin menşeili bir ırk olarak tanımlayan Gobineau, Doğulu yazarların Türk tanımlamasından (genellikle güzel ve alımlı); Türklerin sarı ırkla olan bağlantısına şüpheyle yaklaşır. İskitleri Moğol sınıfına koyan Gobineau, Oğuzların Fin lehçesi konuştuklarını ve Ari ırka mensup olduklarını düşünür. Tabiî fikirlerini şekillendirirken basit örneklerden yola çıkar. Misal Seyyah Rubruck’un notlarında, Moğol prensini Avrupalıya benzetmesini, Moğol- Türk akrabalığı üzerinden dolaylı ve değişik bir tespitle kanıtlamaya gayret eder. Yine sonuç olarak Türklerdeki medeni gelişimi Avrupalı kanın karışımıyla açıklayan Gobineau, eserin başından beri yinelediği görüşlerini yeni bir dayanakla tekrarlar.
Eserin gayet iyi bir çevirisinin olduğuna şüphe yoktur. Müellifin tercihen uzun cümleler kurarak fikirlerini aktarması ve devri için akademik sayılabilecek entelektüel bir donanıma sahip olması dilinin ağır olmasını ortaya çıkarmaktadır. Her şeye rağmen çevirmenin ehil bir elle anlaşılmaz olanı anlaşılabilir kıldığı eserde fark edilir. Tabiî beklentisi fazla yalınlıktan yana olan okur için kitabın biraz ağır gelebileceğini tahmin etmek güç değildir.
Gobineau, eseriyle bütün ırkları (beyaz, sarı, siyah) masaya yatırıp her birini ayrı ayrı sınava tabi tutar. Tahlil edilen ırklar eşit değildir. Zira Gobineau’nun elindeki veriler yanlıdır. Ya da Gobineau bilerek ve isteyerek yanlı verileri kullanmakta diretir. Misal meydana getirilen medeniyet ve kültür öğesi sadece ve sadece Batı kaynaklıdır. Doğu şayet bir şey üretmişse bu da dolaylı yoldan ırkî açıdan Batıyla ilintilidir. Balta girmemiş ormanlarda medeniyet husule getirmediği için Kızılderili kabileleri geridir ve hatta aşağılıktır. Beyaz, sarı ve siyah diye nitelendirdiği sınıflandırmanın en alt basamağı olan siyahi insanlar Gobineau tarafından acımasızca yerilir. Gariptir, Gobineau’nun bu fikirleri günümüzün realitelerini ve insan haklarını dikkate almayanlar için halen geçerlidir. Irkçılığın fikri bir hastalık olduğu düşünülürse marazi kaynaklarından birinin Gobineau olduğu düşünülebilir. Gobineau’nun fikirlerinden yola çıkılırsa günümüzde kullanılan ırkçı yaftasının bazen haksız yere kullanıldığı da ortaya çıkar. Zira ırkçı diye etiketlenen bazı insanlar Gobineau kadar marjinal ve uçta değildir. Gerçek ırkçılığın ne olduğunun anlaşılabilmesi için de eserin bir misyonu olduğu, bu nedenle savunulabilir.
Öncelikle çok ciddiye alınacak bir kitap değil. Birçok yerinde önce ateş etmiş sonra hedefi çizmiş. Yazar düşüncesini destekleyecek örnekleri alıp uanlışlayanları gözardı etmiş. Çevirisi biraz kulak tırmalıyor. Bir kaç çevirmenin elinden geçip son çevirmen tarafından toparlanmış izlenimi veriyor.
Kitap Yorumları - (5 Yorum)
Avrupa, aydınlanmayla birlikte birçok fikir akımının merkezi haline gelir. Özellikle hümanizma fikrinin hız kazanmasıyla birlikte insanı ön plana çıkaran, insanın sosyal sorunlarına derman olmak isteyen fikir adamları düşüncelerini serdederler. Hümanizmanın etkisiyle insanlar arasındaki eşitsizlikler de fikir adamlarının dikkatini çeker. Hatta J.J. Rousseau bu eşitsizliklerin kaynakları üzerine bir kitap yazar. Rousseau’ya göre bir insan kendini yeterince tanıyorsa eşitsizliğin kaynağını fark eder. Yani eşitsizliğin kaynağı Rousseau’ya göre insan ve insanın faaliyetleridir. İnsanlar tarafından yaratılmış maddi ve manevi eşitsizlikler sosyal sorunlara neden olur. Sonuç olarak eşitsizlik doğanın meydana getirdiği cinsiyet, yaş, zekâ, sağlık vb. değilse; sonradan ortaya çıkar.
19. yüzyılın ortalarında ise eşitsizliğin kazanılmış hali değil de doğal halinin altı irdelenmeye başlanır. Yani deyim yerindeyse bazılarının ırkî genleri sayesinde doğuştan eşit olmadığı fikri ortaya çıkar. Fikrin babası 1816 yılında dünyaya gelen Fransız düşünür Joseph Arthur de Gobineau’dur. Geliştirdiği ırkçı teoriyi tez şeklinde sunan Gobineau, “İnsan Irklarının Eşitsizliği” isimli bahsedilen kitap sayesinde Avrupa’da isminden söz ettirir. Hatta kendisiyle çağdaş ya da sonra yaşamış birçok fikir adamını etkileyen Gobineau bu da yetmezmiş gibi Nazilerin ırkçı fikirlerine kaynaklık eder.
Tabiî Gobineau’nun fikirleri aniden ortaya çıkmaz. Öncelikle aristokrat bir aileye mensup olması, üst düzey bir diplomat olarak ülkesi namına uzun seyahatler yapması, onun fikirlerinin olgunlaşmasına neden olur. İlk aşamada kullandığı gözlemleri kaba tespitlerle şekillense de tezini bilimsel bir tabana oturtma gayreti yazdıklarından kolaylıkla anlaşılır. Öncelikle ırkların ve farklı milletlerin kültürel özellikleri Gobineau’nun dikkatini çeker. Zira Avrupalılar 19. yüzyılda Doğuya hiç olmadığı ölçüde ilgi gösterir ve Oryantalist akım bilim dünyasında kendisini gösterir. Gobineau da Oryantalizmin etkisiyle Doğuyu tanırken ırkî nazariyesini kültürel öğelerden yola çıkarak konumlandırır. Irkın ve kültürün farklı havzalardan beslendiği düşünülürse ırkın gözlem üstü bir tahlile muhtaç olduğu tahmin edilir. Fakat günümüzdeki genetik çalışmalarının ortaya çıkardığı güçlü teamüllerden kolayca anlaşılabileceği gibi ırk, sathi değerlendirmelerle tespiti yapılacak kadar basit bir mevzu değildir. Üstelik ırkın komplike ve kolay anlaşılmaz hali Gobineau’nun yaşadığı dönem için bile savunulabilir. Belki Gobineau da bunun farkındadır. Ama Beyaz ve Fransız olmanın ayrıcalığını keşfetme çabası içerisindedir.
Gobineau’nun ırkî kimliği önceleyen fikirleri beyazların üstünlüğünü savunanların ve kölelik yanlılarının dikkatini çeker. Özellikle ırkî karışım sayesinde ortaya çıkan -genlerdeki bozulmaya bağlı olan- soysuzlaşmayı eserindeki tezlerinin merkezine yerleştirir. Yani üstün Batı ırkları Doğu ile karışan genleri sayesinde saflıklarını yitirir ve dejenere olurlar. Bunun aksine Doğu ırkları Batılı genlerin sayesinde medeniyette merhale kat ederler. Gobineau’nun bu fikirleri, kendisini ırkçılığın peygamberi olarak anılmasına neden olurken, medeniyet ve kültüre farklı bir kaynak arayışını da gösterir. Zaten Gobineau’nun, eserini, medeniyetin ve yüksek kültürün temelindeki ırkî faktörlerin etkisini göstermek kastıyla yazmış olduğu rahatlıkla savunulabilir.
Gobineau, fikirlerini serdederken etimoloji, tarih, antropoloji, folklor vb. ilimlere sık sık başvurur. Tezini temellendireceği devrinin önemli kaynaklarına müracaat eder. Doğu kaynaklarına yabancı olmadığı yazdıklarından kolaylıkla anlaşılır. Ama Batılı bakış açısıyla yazmasından mütevellit olacak ki Batıya yani kendince güçlü olan ırklara dair bilgileri daha fazla detaylandırır. İlk aşamada beyaz ırkı analiz eder, elde ettiği bulgularla Batılıların Doğululara karşı üstünlüklerini karşılaştırmalı kanıtlamaya gayret gösterir. Tabiî bu noktada tarihi verilere fazlasıyla müracaat ettiği dikkatten kaçmaz. Kendi deyimiyle:” İnsanın genel özellikleri hakkında akıl ve mantık ilkelerine uygun biçimde karar verebilecek bir tek mahkeme vardır; o da amansız yargıç olan tarihtir (s.23).” Oysa ki tarihi bilgilerdeki zenginlik düşünüldüğünde en basit fikirlere bile dayanak olabilecek binlerce veri bulunması ihtimal dahilindedir.
Yazar tarihi bilginin aktarımı yönünde sadece fikirlerine dayanak sağlayacağına inandığı bilgileri kullanmış; aksini anlatan tarihi olay ve olguları es geçmiştir. Bu nedenle fikirlerdeki gevşek zemin ilk bakışta göze çarpar. Fakat bununla beraber klasik Orta Çağ düşüncesini tanımlayan günümüz için çağ dışı denebilecek fikirleri de çürütmeye gayret gösteren Gobineau, bilimsel olmayan teziyle düşüncesindeki skolastik zihniyetin izlerini silmeye çalışır. Misal medeniyetlerin yok olmasını ırkî sebeplere bağlarken ulusların çöküşünü kadınsı davranışlara bağlayan Orta Çağ teorisini yıkmak ister.
Döneminde devletlerin ve milletlerin yok olmasının sebeplerine ilgi gösteren Gobineau, ilk aşamada olası sebepleri tarihten örneklerle elemine eder. 16 bölüm halinde şekillenen eserin her bir bölümünde ortaya sürülen yeni bir fikre ve buna ilişkin teze rastlanırken bazen karşıt fikrin çözülmesi için çaba sarf edildiği dikkatten kaçmaz. Bu aşamada uzun bölüm başlıkları her biri ayrı bir kitabın konusu olacak derecede fikri münakaşalara sebebiyet verecek kadar derindir.
Tabiî ırkçılık söz konusu olunca “kafatasçılık” teriminin de anıldığı bilinen bir gerçektir. Gobineau, eserine bilimsel bir hava katmak için kafatası ölçümlerini ve bununla ilgili antropolojik verileri satırlarına taşır. 19. yüzyıl düşünüldüğünde fazlasıyla ehemmiyet verilmiş bu çalışmaları görmek okur için fazlasıyla şaşırtıcıdır. Misal kendisiyle çağdaş olan bilim adamları tarafından yapılan kafatası deneylerine eserde yer verilir. Günümüz için çağdışı denilebilecek bu deneylerle Gobineau, fikrine dayanak oluşturmak ister.
Gobineau’nun Türklerle ilgili fikirleri de ilginçtir. Türk ırkını Fin menşeili bir ırk olarak tanımlayan Gobineau, Doğulu yazarların Türk tanımlamasından (genellikle güzel ve alımlı); Türklerin sarı ırkla olan bağlantısına şüpheyle yaklaşır. İskitleri Moğol sınıfına koyan Gobineau, Oğuzların Fin lehçesi konuştuklarını ve Ari ırka mensup olduklarını düşünür. Tabiî fikirlerini şekillendirirken basit örneklerden yola çıkar. Misal Seyyah Rubruck’un notlarında, Moğol prensini Avrupalıya benzetmesini, Moğol- Türk akrabalığı üzerinden dolaylı ve değişik bir tespitle kanıtlamaya gayret eder. Yine sonuç olarak Türklerdeki medeni gelişimi Avrupalı kanın karışımıyla açıklayan Gobineau, eserin başından beri yinelediği görüşlerini yeni bir dayanakla tekrarlar.
Eserin gayet iyi bir çevirisinin olduğuna şüphe yoktur. Müellifin tercihen uzun cümleler kurarak fikirlerini aktarması ve devri için akademik sayılabilecek entelektüel bir donanıma sahip olması dilinin ağır olmasını ortaya çıkarmaktadır. Her şeye rağmen çevirmenin ehil bir elle anlaşılmaz olanı anlaşılabilir kıldığı eserde fark edilir. Tabiî beklentisi fazla yalınlıktan yana olan okur için kitabın biraz ağır gelebileceğini tahmin etmek güç değildir.
Gobineau, eseriyle bütün ırkları (beyaz, sarı, siyah) masaya yatırıp her birini ayrı ayrı sınava tabi tutar. Tahlil edilen ırklar eşit değildir. Zira Gobineau’nun elindeki veriler yanlıdır. Ya da Gobineau bilerek ve isteyerek yanlı verileri kullanmakta diretir. Misal meydana getirilen medeniyet ve kültür öğesi sadece ve sadece Batı kaynaklıdır. Doğu şayet bir şey üretmişse bu da dolaylı yoldan ırkî açıdan Batıyla ilintilidir. Balta girmemiş ormanlarda medeniyet husule getirmediği için Kızılderili kabileleri geridir ve hatta aşağılıktır. Beyaz, sarı ve siyah diye nitelendirdiği sınıflandırmanın en alt basamağı olan siyahi insanlar Gobineau tarafından acımasızca yerilir. Gariptir, Gobineau’nun bu fikirleri günümüzün realitelerini ve insan haklarını dikkate almayanlar için halen geçerlidir. Irkçılığın fikri bir hastalık olduğu düşünülürse marazi kaynaklarından birinin Gobineau olduğu düşünülebilir. Gobineau’nun fikirlerinden yola çıkılırsa günümüzde kullanılan ırkçı yaftasının bazen haksız yere kullanıldığı da ortaya çıkar. Zira ırkçı diye etiketlenen bazı insanlar Gobineau kadar marjinal ve uçta değildir. Gerçek ırkçılığın ne olduğunun anlaşılabilmesi için de eserin bir misyonu olduğu, bu nedenle savunulabilir.
Öncelikle çok ciddiye alınacak bir kitap değil. Birçok yerinde önce ateş etmiş sonra hedefi çizmiş. Yazar düşüncesini destekleyecek örnekleri alıp uanlışlayanları gözardı etmiş. Çevirisi biraz kulak tırmalıyor. Bir kaç çevirmenin elinden geçip son çevirmen tarafından toparlanmış izlenimi veriyor.
hitleri daha iyi anlamak için okunmalı
Önemli bir kitap. Butlaka okunmalı. Çeviri güzel.
Merak ettiğim bir kitaptı,beklediğimden daha iyi buldum. Çeviri konusunda yapılan eleştirilerin çoğunu haksız buldum.