Ölümden Beter Yazgılar

Kategori: Edebiyat Yazar: Kurt Vonnegut Yayınevi: Dost Kitabevi

Ölümden Beter Yazgılar

  • çevirmen: Figen Dereli
  • Yayın Tarihi: 05.07.2001
  • Orijinal Adi: Fates Worse Than Death
  • ISBN: 9788457810007
  • Dil: TÜRKÇE
  • Sayfa Sayısı: 226
  • Cilt Tipi: Karton Kapak
  • Kağıt Cinsi: 3. Hm. Kağıt
  • Boyut: 12.5 x 19.5 cm
Tanıtım Bülteni
Kurt Vonnegut 'Ölümden Beter Yazgılar'da canlı bölümlerle birbirine bağlanmış konuşmalar, makaleler, anılar koleksiyonunda okurlarıyla içli dışlı olmaktan çekinmeden, aile hayatının alkolizm ve intiharla sonuçlanan hüzünlü hikâyelerini de büyük bir dürüstlükle aktarmayı ihmal etmeden dünya barışından sansüre kadar pek çok konuyu eleştirel ve ironik üslubuyla ele alıyor.Aslında kitap için tam olarak komik denemez. Ama yine de her gülüşün temelinde, yazarın kitapta da bahsettiği kancalardan biri var. 'Ölümden Beter Yazgılar' son derece dürüst, ender olarak komik ama yazarın kalbinde gizlediği bakışı açığa vurmaktan çekinmediği bir anlatı.
Kitap Adı Format Boyut Bağlantı
Ölümden Beter Yazgılar PDF 9.38 MB İndir
Ölümden Beter Yazgılar EPUB 10.48 MB İndir
Ölümden Beter Yazgılar MOBİ 8.28 MB İndir
Ölümden Beter Yazgılar ODF 8.83 MB İndir
Ölümden Beter Yazgılar DJVU 11.04 MB İndir
Ölümden Beter Yazgılar RAR 7.17 MB İndir
Ölümden Beter Yazgılar ZIP 6.62 MB İndir

Sponsorlu Kitaplar

Satıcı Kitap Adı Bağlantı
BKM Kitap Sessizlik Artık Sensizlik Satın Al
Kitapyurdu Yüreğin Yorgunluk Görmesin Satın Al

Kitap Yorumları - (2 Yorum)


Kötü zamanların bir anlamının olmadığını ama aslında olduğunu fark ediyorum; kötü zamanlar paylaşmak ve acının üzerinden birlikte gelmek içindir. Bir başkasının acısını görüp yüklenmek. Mark Vonnegut bunu için var olduğumuzu söylemişti, Kurt Vonnegut da böyle düşünüyor. Suyla ilgili de düşünceleri var, buraya bırakayım: ‘Nerede olursam olayım, nerede olduğuma dair hiçbir fikrim bile olmasa ve başım ne kadar belada olursa olsun, suyun doğal çizgisinin en son ucuna ulaşabildiğim zaman, bomboş ve parlak bir huzura erebilirim. Bir göletten bir okyanusa kadar her türlü suyun son sınırı bana şöyle der: “Şimdi nerede olduğunu biliyorsun. Şimdi nereye gideceğini biliyorsun. Biraz sonra evde olacaksın.’ (s. 48) Biraz sonra evde olmak. Dünyanın en rahatlatıcı düşüncesi, bilinmeyenin ortasında bile.
Vonnegut, konuşmalarından makalelerine pek çok şeyi bir araya getirmiş ve bu derlemeyi ortaya çıkarmış. Son eserlerinden biri, 1990 tarihli. Kurmacalarının izlerini takip edebileceğiniz, atom bombalarından ırkçılığa, politikacılardan kodaman tayfaya kadar pek çok gömmeceye şahit olabileceğiniz şahane bir kaynak. Mizahi tabii; yeterince mutsuzluk çektiği zaman insanın kendi mizahını oluşturacağını Pirandello söylemişti zamanın birinde, Vonnegut için mutsuzluk defalarca aşılmış bir çizgi demektir, kalbin oralarda bir yerde yer almaktadır ve onunla ilgili yapılacak hiçbir şey yoktur, sadece var olur ve savaşta bir bomba tarafından parçalanmadığı sürece orada kalmaya devam etmiştir. Dresden’den sağ çıktığı için Almanlara teşekkür eden bir arkadaşı var Vonnegut’un, hava savunma sistemi ve sığınağı olmayan bir şehrin güvenli bir iki yerinden birine kapatıldıkları için sağ kurtulmuşlardır ki bu bombardıman olmasaydı sağ çıkamayacaklardı oradan, büyük ihtimal. Vonnegut, Alman atalarının kuzenlerine teşekkür eder, kendi yaşamı için. Onun dışında ince diliyle şöyle bir silkeler hepsini. Sadece onları değil, karşı cepheyi de.
Önsöz’de Böll ve Vonnegut’un fotoğrafı cephenin iki yakasını tek kareye sıkıştırıyor. Gülüyorlar, Vonnegut Rus cephesinden kaçabilmek için kendisini vuran ama hastane yolunda yarası iyileşen bir askerden bahsediyormuş, Böll de askerlerin kendilerini vurdukları anlaşılmasın, barut yanıkları oluşmasın diye bir somun ekmeğin üzerinden ateş ettiklerini anlatıyormuş, güldükleri buymuş. Korkunç mu? Daha fazlasına şahit olanlar için komik gelir. Böll’ün söylediği diğer şeyler de çok önemli; Vonnegut Almanların doğasındaki en önemli unsuru sorduğunda, “İtaat,” diyor Böll. Koşulsuz itaat, düşünmemenin temel adımı. Bir başka şey de savaşın üzerinden onca zaman geçtikten sonra bile savaşı hâlâ unutmaması ve savaş üzerine romanlar yazması sonucunda komşuları tarafından hor görülmesi. Alman utancının son temsilcisi olduğunu söylüyor Vonnegut Böll için. Bu görüşmelerinden kısa bir süre sonra Böll yaşamını yitiriyor, o da çok sigara içermiş ve son zamanlarında iki koltuk değneğine ihtiyaç duyar hale gelmiş. Unutulmayacak bir yazarın unutamayacağı şeyleri yazması normal değil mi? Toplumsal bir utancın üstesinden gelmek için şart ama yarayı deşmenin bir lüzumu olmadığı düşünülüyor. Vonnegut: “Şimdi unutma zamanı.” (s. 16)
Yirmi bir bölümden oluşuyor, aralardan seçerek gideceğim. Birincisi, Vonnegut’un ailesi, Büyük Buhran ve savaş yılları, bir de Cornell Üniversitesi tabii. Vonnegut buraya 1940’ta giriyor ve dünya kafayı yiyip birbirine girince cepheye gidiyor. Daimi bir kıdemli er olarak üç yılın sonunda geri dönebilen şanslı azınlığın içinde. Norman Mailer da kendisi gibi kıdemli er olarak askere giden Ivy Leauge öğrencilerinden ama onun başka bir hikâyesi varmış, ne olduğunu öğrenmek istedim ama sonrasında Vonnegut bundan bahsetmedi.
Aile MIT mezunu mimarlar ve mühendislerle dolu, Kurt’ün abisi MIT mezunu bir kimya mühendisi, amcası da öyle bir şey, ailenin geri kalanından da birkaç tane var işte. Baba mimarlık yaparken savaşlar ve buhranlar sonucu mesleğini bırakıyor ama umut etmeyi değil, eşinin -Kurt’ün annesi- akıl hastalığından mustarip olması da onu yıldırmıyor. Bu arada aile akıl hastalıklarından da çok sayıda mezun vermiş, intiharlar diploma olarak duvarlara asılmış. Hastaneye kapatılanlar arasında Kurt ve oğlu da var ama bunların sırası gelecek. Baba ölünce Kurt, soyadındaki “Jr.”ı atıyor ve baba-oğul olarak iki kişiliğe sahip oluyor o andan sonra, kitaplarını iki kişi yazmış gibi. Babasına ilk hikâyesini 750 papele sattığını söylediği mektup sonrasını da müjdeliyor. Tekboynuz orada, bulunmayı bekliyor.
İki. Bakire ormanda tek başına dolaşırsa tekboynuz görebilir, efsane bu. Kurt ve abisi Bernhard evdeki umursanmazlar çetesini oluşturuyorlar, ablaları Alice bakire, babalarıysa tekboynuz. Tekboynuzun problemi, aklını kaçıran eşinin kendisine nefret dolu gözlerle bakıp krizlerinde ağza alınmaz küfürler etmesi. Kurt, annesini daha da delirtenin yanlış tedavi olabileceğini söyleyip Amerikan Psikiyatri Birliği’nin bir toplantısında yaptığı konuşmada kendinden yola çıkarak annesinin ölümünde payı olan uygulamalar hakkında bir iki söz söylüyor. Tabii yine Dresden’e dokundurarak ama öncelikle şunu almam lazım: “Dr. Nancy Andreassen’in çalışmalarından haberdar olanlarınız vardır. Ben de dahil olmak üzere pek çoğumuzun depresif ailelerden gelen depresifler olduğumuz kanıtlandı. Yaptığı çalışmadan aşağı yukarı şu kuralı çıkarıyorum: Depresif değilsen iyi romancı olamazsın.” (s. 29) Aileden gelen depresif mirasın yanında Dresden bir şey değil diyeceğim, olmayacak, çok önemli olsa da Vonnegut’a göre Dresden, romancılığı ve kişiliği hakkında hemen hiçbir şey açıklamaz. Açıklayan şeyler kültür, toplum ve tarihtir, bunlar da lityum, Prozac ve benzerleriyle iyileştirilemiyor, iyileştirilebilenler bu öğütme makinesinin içine düşmek istemeyen son insanlar ve çabalarına saygı duymak, onları desteklemek gerekiyor. Aile hem bir çukur, hem bir zirve olarak ortaya çıkıyor, 1944’te ölen annesinin hiçbir kötülüğü hak etmeyen babasına nasıl davrandığını görmesi kendi başına gelen yıkımlara katlanması açısından bir örnek oluşturmuştur diye düşünüyorum. Baba, eşi öldükten sonra kızı Alice’i sevgisinin kaynağı yapıyor ve diğer çocukları anlıyor bunu. Alice yetenekli bir ressam ve heykeltıraş ama hemen hiçbir şey üretmiyor, yeteneğini kullanması gibi bir zorunluluğu yok, özgür. Kanserden ölene kadar üç çocuğuyla mutlu bir yaşam sürüyor, ölümünden sonra çocuklarını evlatlık olarak alıyor Kurt, altı çocuğu oluyor böylece. Bazen yeteneği kullanmak zorunlu hale geliyor, bu kadar zor bir yaşamı olmasaydı yazar mıydı Vonnegut, bunu düşünüyor insan. Pollock veya, Pollock’a bağlanıyoruz ve savaşların hiçleştirdiği dünyada Freud’un sırrını verdiği harikalar/kabuslar diyarının izlerini süren ressamların acılarından doğanı anlıyoruz. Mavi Sakal’da gördük. Orada tabloydu da gördük, şu en sonda ortaya çıkan, kocamanından. Dresden bombalandıktan sonra Vonnegut ve arkadaşlarının bırakıldıkları açıklıkta görülen insan curcunasıymış o. Zihnin acıyı nasıl bastırdığını anlayamıyorum bazen. Vonnegut da anlamıyor bence, onca felaketi anlattıktan sonra hayatında iki kez uluya uluya ağladığını söylüyor ama öyle bir yabancılaşmış oluyoruz ki, nasıl yani, bu da mizahın bir parçası mı diye düşünüyoruz. Evet, öyle.
Evet, öyle, Vonnegut iki eşinden, Truman Capote ve sanatçı tayfasının komşuluğundan, Hristiyanlıktan, intihar teşebbüsünden -“Buradan çıkmak istemiştim.”- yıkımlardan, Celine ve Celine’in kepazeliğinden, Yaşar Kemal ve Yaşar Kemal’in New York günlerinden ve diğer onca şeyden bahsederken acının nasıl üstesinden gelinebileceğini, yaşamla nasıl baş edileceğini de söylüyor. Kurt Vonnegut, eli birazcık kitap tutmuş herkes için muazzam bir edebi gelişim metni sunuyor, ben bir kez okuduğum şeyi -şiir hariç- ikinciye nadiren okurum ama bu öyle değil, Vonnegut iyi bir yazar olmanın ötesinde iyi bir insan, istikametin yitirilmemesi için arada rehberliğinden faydalanmak gerekiyor. Sanırım iki üç fenerimden biri kendisi, ışığı daim.


Yeni yazarlar okumak, yeni tatlar almak gerçekten bir okur için ayrı bir keyif. Uzun zamandır okumak istediğim yazarlardan biri olan Vonnegut’un ilk kitabını okudum ve çok beğendim. Bu demektir ki diğer kitaplarınıda alıp okuyacağım. Modern klasiklerin içine girecek kitaplar yazdığı aşikar. Mezbaha No:5 te bunlardan biri bence. Yeni yazarlar keşfetmek isteyen herkese tavisye edilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

*

*